cihanoğlu barış
  • Current
  • Works
  • Bio
  • Text
  • News
  • Contact
  • Current
  • Works
  • Bio
  • Text
  • News
  • Contact
Search
YERYÜZÜ CENNETİNDE HİSLİ MADDE

Bir gün bir deniz kenarında! Ormanın içinde, dağların üzerinde, kentin merkeznde. Çoklukta, teklikte, ıssızlıkta…
Varlık ve hiçliğin tam ortasında! Yaşamın kudretini elinde tuttuğunu sanan, yaşamın içinde savrulan, yiten, kendine yenik düşen; yaşamla akan, benliğini onaran, ruhuna sahip çıkan, üreten, devinen, yaratan, dönüştüren, büyüten, çoğaltan insan.
Ve madde. Statik, durgun, kendinden başka bir şey olmayan madde.
Kadim kültürlerde evrenin huzur veren, iyileştiren, koruyan, güvende hissettiren sesinden söz edilir. Taşın, toprağın, ağacın, dağların ve suların ruhundan. Duru, akıcı, kendi gibi olan, saygın, her barışçıl ortamda ve sessizlikte dingin; fırtınada, karmaşada öfkeli, gücünü hatırlatan, sert bir bilgedir o ses ve sesin sonsuza dek uzayan ruhları. Ve insan tüm bunlara dairdir. Onlarla devinir, uyumlanmanın öğretisiyle büyür.
Zamanın her şeyden ayrılmış, yalıtılmış, sonsuza kadar ele geçirmiş yanılgısındaki insan bazen durup hatırlar. Olmadık bir tesadüfte, kısa bir haberde, bazen bir sanat eserinde hatırlar. Zihninin, bilinçaltının çok uzak köşelerinde saklanmış varlık bilgisi yüzeye çıkıp hiçliğin karşısına dikilir. Oluşa, tamamlanışa giden ilk ve son adımdır bu.
Ardında düşünceyi, duyguyu barındıran her görüntü sessizce anlatır. Dilin dışında, göstererek, bazen zorlayarak, bazen gülümseyerek anlatır. Ve her sanat eseri maddesel varlığından sıyrıldığında zihne asılı kalan bir görüntüye dönüşür. Sonra dönüşmeye, dönüştürmeye başlar.
Barış Cihanoğlu’nun “Hisli Madde” başlığıyla yaptığı eserler, öğretilmiş mantığın ilk çağrışımında bir çelişkiyi barındırır. Hiç de yan yana gelmeyecek iki kelime bir serginin adına dönüşmüştür ve ilk gelgiti burada yaratır.
İsim eser ile örtüştüğünde yeni çağrışımları, sorgulamaları getirir. Yarattığı tüm bu sistemde insan maddeleşir ama aynı zamanda zaten maddi bir varlıktır. Onu canlı kılan nefes alıp vermesi ve bir türlü tam anlamlandırıp açıklayamadığı ruhu, duygularıdır. Öte yandan bir sanat eseri salt bir madde değildir. Onu milyarlarca görüntüden ayıran, sıradanlaşmış nesne olmasının ötesine geçiren gösterdiğinin ötesindekilerdir.
Barış Cihanoğlu’nun eserlerinin merkezinde insan vardır. Uzun yıllar süren üretiminde insanı ve insanlık hallerini, tabuları, öfkeyi, anı, geçmiş ve bugün arasındaki dönüşümü gösterir.
Apaçık olan her şey önce bulanıklaşır, sonra biçimler yer değiştirir ve renkler berraklaşır. Popun büyüsüne kapılan renkler ani bir kararla dokularla flörtleşir. İnsanın maddeleştiği, maddenin ruha karıştığı resimsel dil, bir kez daha okumaya açılır.
Cihanoğlu’nun resimsel dilinde temelleri sağlam atılmış bir desen anlayışı vardır. Sanatçı kurguyu bu desen üzerine inşa eder. Renk, kurgunun bir parçasıdır. Süreçte üzerinde kafa yorduğu sorguladığı problemler, rengin, dokunun, kurgunun yeniden şekillenmesini sağlar. Bu tavır, her seferinde yenilenmeyi de getirir. Onun çalışmalarını bir eleştirmen için böylesine çekici kılan da sürprizlere açık olmalarıdır. Barış Cihanoğlu resim yapmanın bir adım ötesine geçer bu tavrıyla. Resmini gösterirken zihnini açık eder. Birbirlerine eklemlenen eserleri ile süreci yaratır. Sinemasal bir dile yaklaşır. Her iki anlamıyla hem zamanı içinde barındıran bir sinema dili hem öyküleyici, masalsı bir dil.
Belki burada durup masalın arkeolojisine de bakmak gerekir. Adı anıldığında çocuk zihni ve hayali anlamını barındıran masallar hiç de göründükleri gibi değildir. Birçoğu insanlığın uzun deneyimleriyle oluşup büyümüş, yeniden şekillenmiş simgesel anlatımlardır. “Sakın tek başına çıkma yoksa seni kurt kapar”, meseli de değildirler. Belki ruhun ihtiraslarıdır ormanda kaybolan ve eğitici, vahşi, içinden bilge ihtiyarı çıkarıp görevini bitirmenin dinginliğiyle sahneden ayrılan yanıdır kurt.
Günlük olan, sıradan, rutin görünen de çok şey barındırır içinde. Barış Cihanoğlu eserlerinde bazen ev, aile, gündelik etrafında dolaşır. Ama bir adım sonrasında hep insan vardır. Evreni oluşturan atomları içinde barındıran bir madde; devinen, yol alan bir canlı; düşünen, yaratan, hisseden bir varlık.
Ve iletişim, sanat, denge, temas, estetik ve ardına eklenebilecek anı çoğaltan, uzatan, zamanı eğip bükebilen, insani oluşa dair ne varsa istediğinde yarattığı yeryüzü cennetinde Hisli Madde…
 
Nilgün Yüksel

​

 “In between” and “unbroken” faces
Ali Şimşek
 
Extended .. Unbroken .. Exactly a "common area", with passion and pressure, pensive figures, faces, gaze ...
 
Baris Cihanoglu's brushes, naphtha colors, palette between the twilight and the shine are always common, and he’s painting people and beings who are standing "in the middle". Common but also "border" situations. It's a "common" responsibility to know that you can not go neither here nor there... Within hope and stiffness and the pressure , of course ...
 
The paintings of Baris are standing at an unbroken "purgatory". Neither it nor that, with the touch of a longing for all. In the meantime, they are standing in an unabated moment. The world of sticky separates. Worry and hope, but these are the pictures of the most prolonged time ... '
 
We are seeing humanity extending from the canvas cloth, the paper mill or the "rustic" texture of the wood. The darkening paint suddenly makes it feel the same as the skeleton of the pattern with the line that cuts through it.
 
Sometimes the look on the bias falls to the surface, sometimes half sized bodies grow inside the stains of twilight. But the "glances" or the bodies of eyes are sometimes ... It is the area of ​​possibility that is also the "common". Unpredictable hopes and worries.
 
The world of sticky separates. These are pictures of the extended time ...
 
The growing glance ... The eyes to be diminished suddenly.
 
 
 
 
 
 
It is always possible to observe this momentary interruption in the brush of Baris Cihanoglu. The glimpse relieve, feeling that the hardened almost diagonal contours suddenly extend to an "empty space". But it's not too long. Feeling that , there is a “later” moment that invites the sadness of a dark fluid like a tulle ...
 
Common Field ... This is "in between", intensified "in time" and “in memory” is falling asleep. As a glimpse of every part of the body.
Intensities, epiphany and instant awakening. He paints figures who can not or will soon be awakened to a new morning.

​
​
“Arada” ve Kopamayan Yüzler...

Ali Şimşek
 
Sünen... Kopamayan... Tam da bir “ortak alan”ın tutkusu ve baskısı ile duruveren, bakıveren figürler, yüzler, bakışlar...
 
Barış Cihanoğlu'nun fırçası, nefti renkleri, alacakaranlık ile parlaklık arasında şavkıyan paleti hep bu ortak ve “arada” duran insanlar, varlıklar boyuyor. Ortak ama aynı zamanda “sınır” durumlar. Ne oraya ne de buraya gidemeyeceğini bilen bir “ortak” sorumluluk bu... Umudu ve sıkıntısı ve de baskısıyla elbette... 
 
Barış'ın resimleri tamda ‘’uzayan’’ kopamayan bir araf’ta duruyor. Ne o, ne de bu dercesine, hepsini talep eden bir özlemin dokunuşuyla. Arada, araf’ta, kısalmayan bir an’da duruyorlar. Yapışık ayrıların dünyası. Endişe ve umudun ama en çok uzayan zamanın resimleri bunlar…’
 
Tuvalin bezinden, kağıdın pütürürüne ya da ahşabın “rustik” dokusuna uzayan insanlık halleri dikiliyor karşımızda. Koyulaşan boya ansızın onu kesiveren çizgi ile, desenin iskeletini aynı anda hissettiriyor.
 
Bazen verevine bakışlar düşüyor yüzeye, bazen yarım kesim bedenler üşüşüyor alacakaranlık lekenin içinden. Ama “bakışlar” ya da gözden bedenler bazen...  Olasının alanıdır aynı zamanda bu “ortak” olan. Kestirilemeyen umutların ve endişenin.
 
Yapışık ayrıların dünyası. Uzayan zamanın resimleri bunlar…
 
Büyüyen bakış... Ansızın kısılacak gözler.
 
Barış Cihanoğlu'nun fırçasında bu an'lık kesintiyi izlemek mümkün her zaman. Sertleşen neredeyse köşegenleşecek kontürlerin ansızın  bir “boş alan”a uzandığını hissederek rahatlıyor bakış. Ama fazla uzun olmayacak bir süre bu. Koyu bir akışkanlığın bir tül gibi örttüğü hüznü davet eden bir sonra var sanki...
 
Ortak Alan... İşte bu “arada”, yoğunlaşmış “sürede” ve de bellek de uyukluyor. Bedenin her oyuğuna yuvalanmış bir bakış olarak.
Yeğinlikler, epifany'ler ve anlık uyanışlar. Olamayacak ya da hemen doğabilecek bir sabaha uyanacak figürler boyuyor ressam.


​
Picture

             
 Indivisible Separation

 What is sorrow? Or melancholy? Is it a secretion that makes people calm and contemplative? Is it too much secretion of enzymes by the black bile? Or is it the longing for the homeland, that relapses as the distances increase? The Black Sensation...

The absent-minded angel in Dürer’s famous Melencolia gravure. Has no energy to move its wings. Everything is frozen, time is hung between the objects signifying modernism. The silky smooth civilization process had encountered a “sudden” interruption. The angel looks absent-minded; appears that everything is left behind. As if Dürer foresaw that melancholy could transform to our modern prosthesis, resistance sense. Unknown effect of Saturn. Melancholy has been an interface that keeps our link with the past alive. In a fast world where everything changes rapidly, it is like a slowing breathing moment. Life is standing before us with all its fullness and contradictions. Memories, accumulated time, experiences. Enwrapping, hurting sorrow and melancholy are together. A humane breathing moment, slowing and filling up with time. Barış Cihanoğlu’s paintings have always aroused such feelings in me.

In his paintings, Barış continues “shifts” and exceptional “pull-outs” that we’re witnessing recently in his recently produced works. The figures being pulled out to a direction just from their heads, signifies the internal changes of the being with the passing time. When defining the deformations in his paintings, the artist with his own words say; “In the base notion of deformations added to my paintings recently that I especially apply in portraits, there is the deformation and “pull-outs” symbolizing the change in us and the flow to another direction. Heraclitus said “everything flows, nothing is permanent, therefore it is impossible to swim in the same river twice; because when I enter the river once more both me and the river change”. In my paintings, the figures are not the same people anymore, through the mental change they had in time and they are now being “pulled out” to another person from their previous identity and location. I especially express this pulling out with the shifts in portraits, because it is a matter of pulling out and change lived in our minds.

Cihanoğlu pictured two women sharing the same fate as drawn to each other from their heads in his painting named “Second Wife” in his new exhibition. As a twist of fate, an obligatory gathering is seen here because here is a forced gathering, obligatory, but where are we being pulled from? Or fired? In the brush strokes on the face in Barış’s paintings, we feel both being pulled and pushed at the same time. What is this transparent bond flowing from faces to faces? Not being able to break away and separate, or ruthlessly being pulled away from our bodies. The paint eyes that look at us that we meet in the paintings are almost making us a call for a stop. An intense pause. The painter paints stares getting longer, separating or that don’t want to separate.

Like old photographs attached near a mirror, the figures are like a symphony of looks attached to life. There are faces that get so thin like it’ll break, and then get thicker again. There are tales of heavy and creeping lives as they are fragile. The painter cares for painting families, core families, ideologies, policies and the home for happiness.

 

The artist is known for figurative paintings. But in his last exhibition he seems to have changed it radically because in his new exhibition named “ASH”, he’s facing the audience with materials other than the canvas itself for the first time.

In his new exhibition for which he has established the infrastructure, we’re seeing Cihanoğlu canvas paintings and carved wooden sculptures and paintings on wood. In his latest performances that he created with an extraordinarily special technique, he’s making pictures on wood’s burnt and carbonized structure. Dark areas in the paintings are formed of natural smoky black caused with carbonization of burnt woo and the other colorful parts are formed with oil painting technique. His works produced through six different phases have been completed after a year of labor. In the artist’s new exhibition, there are a few canvas paintings, twenty five wooden paintings varying in size from twenty five centimeters to two meters, and two wooden carved sculptures.

Friedrich Nietzsche says ; ‘’You have to be ready to burn in your own flames, how can you renew yourself before turning into ash’’. Rebirth like the Phoenix. With the colorful oil paintings he performs on burnt wood, partially turned to ash as a result of burning, he refers to the process of re-existence from the ashes, and the ashes remaining from burnt wood is, the gray manure of rebirth...

 Barış Cihanoğlu keeps surprising that he produces with courage. And invites the audience to be a partner of his works with his new solo exhibition named “ASH” that will be opened in mid-October... 
                                                                                                                                                                                                                                                               Translate:    Emre Ersu


Bölünemeyen ayrılık

Hüzün nedir? Ya da melankoli? Bir salgı mı insanları durgun ve dalgın haline getiren? Kara safranın fazla enzim salgılaması mı? Yoksa yurt hasreti mi, mesafeler arttıkça depreşen? Kara duyu...

Dürer'in o müthiş Melancolia gravüründeki dalgın melek. Kanatlarını bile kıpırdatmaya mecali olmayan. Her şey donmuştur, modernliği simgeleyen nesneler arasında asılı kalıvermiştir zaman. Pürüzsüz uygarlık süreci “ansızın” kesintiye uğramıştır. Dalgın bakmaktadır melek; arkasında kalmıştır her şey sanki. Dürer, melankolinin bizim çağdaş protezimize, direnme duygumuza dönüşebileceğini öngörmüş sanki. Satürn yıldızının bitmeyen etkisi. Melankoli bizim geçmişle bağımızı canlı tutan bir ara yüz olmuştur. Her şeyin hızla değiştiği hızlı bir dünyada, yavaşlatıcı bir nefes alma anı gibidir. Hayat işte bütün doluluğu ve çelişkisiyle karşımızda. Anılar, birikmiş zaman, deneyimler. Sarıveren, acıtacak hüzün ve de melankoli bir arada. İnsani bir soluklanma anı, yavaşlama ve zamanla dolup taşma. Barış Cihanoğlu'nun resimleri bende ilk bu duyguyu uyandırmıştır her zaman. 

Barış resimlerinde, son yıllarda tanık olduğumuz ‘’kaymalara’’  ve sıra dışı ‘’çekilmelere’’  yeni serisinde ürettiği eserlerinde de devam ediyor.  Figürlerin,  sadece baş kısımlarından belirli bir yöne doğru çekilmeleri, en temel anlamda geçen zaman ile birlikte insanın içsel değişimine işaret ediyor. Sanatçı, resmindeki deformasyonları tanımlarken, kendi söylemiyle ''Resmime son dönemde eklenen ve özellikle portrelerde uyguladığım deformasyonların fikirsel temelinde de geçen zaman ile birlikte içimizde yaşanan değişimi ve başka bir yöne akışı sembolize eden deformasyon ve ‘’çekilmeler’’ var. Herakleitosda ‘'her şey akar, hiçbir şey kalıcı değildir o yüzden aynı dereye iki kez girmek mümkün değildir; çünkü dereye bir kez daha girdiğimde hem ben, hem de dere değişmiştir ‘’ demişti. Benim resimlerimde figürler, zaman içinde yaşadıkları zihinsel değişim ile artık aynı kişi değiller ve eski konumlarından ve kimliklerinden farklı birine doğru ‘’çekiliyorlar’’ . Ben bu çekilmeyi özellikle portrelerdeki kaymalarla ifade ediyorum, çünkü bu  zihnimizde yaşanan bir sürüklenme ve değişim meselesi. ‘’  diyor. 

Cihanoğlu, yeni sergisinde yer alan ‘’Kuma ‘’ isimli eserinde ortak kaderi paylaşan iki kadını birbirine kafalarından çekilerek birleşmiş olarak resmetmiş. Burada kaderin cilvesi olarak mecburi bir birleşme görülüyor çünkü istemeden zorunlu bir birliktelik buradaki, peki biz nereden çekiliyoruz? Ya da kovuluyoruz?  Barışın resimlerde yüze vuran fırça darbeleri ile itilme ve çekilmeyi aynı anda hissediyoruz.  Nedir yüzlerden yüze akarak birleşen bu transparan bağ? Kopamama, ayrılamama ya da acımasızca çekiliverme bedenlerimizden. Eserlerde rastladığımız gözlerimize bakan, boyadan gözler, bize bir duraklama çağrısı yapmaktadır adeta. Yoğun bir duraklama. Birbirine sünmüş, sündürülmüş, ayrılmak istemeyen ya da ayrılan, uzayan bakışları boyuyor ressam.

Figürler sanki aynanın kenarına iliştirilmiş eski fotograflarda ki gibi, hayata iliştirilen bir dolu bakış senfonisi adeta. Kopacakmış gibi incelen, inceldiği yerden kalınlaşan, yayılan suretler var. Kırılgan olduğu kadarıyla ağır ve sünen hayatların öyküleri var. Aile boyamayı önemsiyor ressam, çekirdek aileleri, İdeolojilerini, politikalarını ve de mutluluğun yuvasını.

Sanatçı,  daha önceki süreçte, tuval üzerine yaptığı figüratif pentür resimleri ile biliniyor. Bu tavrını son sergisinde radikal bir şekilde değiştirmiş görünüyor çünkü  ‘’ KÜL’’ ismini verdiği yeni sergisinde ilk defa olarak tuval dışında farklı materyallerle ürettiği eserleri ile izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. 

Uzunca bir süreçte alt yapısını oluşturduğu yeni sergisi ile Cihanoğlu tuval resminden, ahşap yontu heykele ve yoğun olarak da ahşap üzerine yaptığı resimlere tanık oluyoruz. Sıra dışı özel bir teknikle ürettiği son çalışmalarında sanatçı, ahşabın yanma sonucu kömürleşerek siyahlaşan ve belirginleşen dokuları üzerine resimler yapıyor. Resimlerinde siyah renk olarak görülen alanlar, yakılan ahşabın kömürleşmesi sonucu ortaya çıkan doğal isli siyah renkten oluşuyor, figürlerin renkli diğer kısımları ise yağlıboya tekniği ile oluşturulmuş. Altı farklı aşamadan geçirerek üretilen eserleri yaklaşık bir yıllık bir çalışma sonucunda tamamlamış. Sanatçının yeni sergisinde az sayıda tuval resmi,  iki metreden yirmi beş  santime kadar farklı boyutlarda yaklaşık yirmi adet yanmış ahşap resim ve iki adet de ahşap yontu heykeli var. 

Friedrich Nietzsche ; ‘’Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız, önce kül olmadan, kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz’’ diyor.  Phoenix  gibi, Anka gibi yeniden doğmak.  Sanatçıda yanma sonrasında kömürleşerek yer yer küle dönüşmüş ahşabın siyahlaşan yüzeyi üzerine yaptığı renkli yağlı boya resimleri ile bir anlamda küller üzerinde yeniden var olma sürecine de gönderme yapıyor, yanmış ahşaptan geriye kalan küllerse, yeniden doğuşun gri gübresi... 

 Barış Cihanoğlu, cesaretle üreterek, izleyenleri şaşırtmaya devam ediyor.  Ekim ortasında açılacak olan ‘’ KÜL’’  isimli yeni solo sergisi ile izleyiciyi de eserlerine ortak olmaya davet ediyor... 

                                                                                                                                                                                                                                                                                                Ali Şimşek    





Resim
Law of Atraction

"A hero in the grip of his silent Apocalypse”

 It is told that the “Creative Destruction” principle which is often attributed to Nietzsche, is moved to German intellectual climate from the Eastern mysticism. . In Trimurti “the Hindu Trinity”, third face of God, Shiva represents both destructive and creative force. Nietzsche writes “If a temple is to be erected, a temple must be destroyed : That is the law”.  In art, it is no different, and even it can be said that the “Creative Destruction” is the description and essence of the inner dialectics of art. The striking “deformation” in Barış Cihanoğlu’s new art exhibition requires a view exactly through the creative destruction perspective, equivalently a view through the history of art, and invites that view. The defiant law of art, works with all sincerity of its research in these paintings. Painting, which is an art of absolute form, can not be imagined without the distortion, or destruction of form; but with the same reason again, we can speak of a deformation which can persuade us with the distorted way it is and which informs us about the form, since the painting is an art of absolute form. Such a de-formation, with a high level of formation and re-formation emphasis, requires knowledge, courage, truth; otherwise it may be too awkward looking like smirking in the middle of the painting, or fall. Can we try to imagine, or visualize the artist walking forward in an imaginary darkness where he tries to hold on to form where no concepts illuminate? It is like opening the door to an unknown universe to discover its laws, diving into a wormhole.  Barış Cihanoğlu, has opened us the gate of a universe running with different laws. If the consciousness of art, meets a piece of labor, will be excited with this universe and will ask questions to self about its laws, and insides.

“For years, mankind fills this void with images, provinces, kingdoms, mountains, bays, ships, islands, fish, rooms, tools, stars, horses, people. Short before his death, he understands that the unflagging line maze composes the image of his own face”. We can not totally discover the cloudy motive and the impulse behind the art creation, but as the Borges tried to explain with these words,  maybe Barış Cihanoğlu too is after the image of his own face, who knows. Collective family pictures; Puritan looking women posing with their children in their arms, fathers with ties, young men; little girls wearing wide, mostly white-collar dresses, aprons, and mothers… It is obvious that all these figures and affairs have a clear place in Cihanoğlu’s tale such as the rag doll which we have met in his previous works, big headed guy, primary school student etc. But with this series, the face deformation is included in the story. After a very successful exhibition where the personal style has proven itself, why didn’t Barış stop, where most people would, and why did he take such a risk I wonder? Finding the answer of this question which I think that it’s necessary to be asked because it’s important, is not that hard actually. Since the initial period, when you look carefully into his works, you understand how he simplifies an expressionist, sometimes “FOV” understanding in his journey where symbols, grotesque elements are intense. In his efficiency, the dynamism of the search can be seen.

In this exhibition, we see pictures belonging to a new era of his which we can characterize with a simple background, putting figure forward by deformed faces which every one of them remind of a mask, that he started with small circular canvases. In color, especially in background colors, there is a reduction, simplification which can be distinguished instantly. Such that in most pictures, figures are surrounded with gilding, or white. We can link the usage of gilding to gold leafs which we’re familiar with from illumination, or Byzantine mosaics, but the main thing here is, the simple background putting the figure forward without making too much contrast. In fact, with all the given facial expressions, or impressions of expressions, in some of the circular pictures which  I call roughly as masks, the figure and the background are in such a harmony, such a venture that it is impossible to speak about a particular background in these pictures at all. In larger scaled paintings, where the deformations on the faces are advanced, there also is a composition between figures.  In such a way, that will make us think that the deformation symbolizes the loss of innocence, infants, or small children who don’t even go to school are left outside the deformations, but still they’re depicted with their bib collars appearing on their necks like loops of rope, representing their dependence. The primary deformation on the figures, is observed as a longitudinal contractions at one direction on the faces. As if the contraction on the father figure is heavier. Men’s responsibilities supporting homes are heavy, all their heads are full of troubles and thoughts, and aching, swollen so much that it almost can’t be carried. It aches so much that the heads fall before and in the end, the eyes close. In the closed eyed figures, a sorrowful, yet rested expression can be read, like the masks of death. An expression just like the orgasm being named as a “little death” in some cultures. Are these people who forgot living in slog dead, or just let themselves to submission in the hands of an irresistible sorrow?

                . We see a longitudinal but thin contraction on the women’s faces even spreading on their mouths, sometimes so much that they intertwine. As the head is contracted totally in adult males, in women, mostly eyes, mouth, cheeks and face is contracted. Sisters, brides, or maybe neighbors are contracted to each other  through the faces with similar fates. These are almost similarized women, worn away during housework, child care, maybe neglect. On the other hand, despite being daunted, they look like they are willing to protect their beauty against the years, at any cost. It is obvious that they have so much to tell, so much to reprove with their half open lips, but they are speechless. They can not speak what they want; what fall to their share is, only wearingly monotonous cues, moanings and malicious criticisms. They are so speechless that in the family picture, the mouth and nose of a woman is covered with one or two thick brush strokes like a censoring band. There is an evil shadow, a stain behind this woman whose fearful eyes can be distinguished on her face only.  Even though their hands are not holding a child, these women whose hands are as sorrowful as their eyes, hold their arms as if they’re holding a child and locked, cuffed in their bosoms mostly. The women pictured alone look like they are turning over something in they can’t solve in their heads, not knowing if it’s the complexity of an emotional affair or another distress. But all sad, all tangled.

The only deformed, pulled parts of the figures are their faces. And this inevitably leads us to think about the human face again: What is the symbolical meaning of the face? We confront all stimulants, shocks with our face, and then reflect them with our face. What the face can ask, where the perceptions, senses and expressions intense, and whose mystery is “intensity”, is more than what the tongue can ask. The face is an “idea”, and gets a share from “exalted”; when we say “let me see your face” it is beauty, and when we say “look at my face” or “he has no face to look at” it is personage and rightfulness. The faces depicted in Barış Cihanoğlu's paintings, can be deciphered in this symbolical level as the face being humane in the end I presume. It looks like as if  Cihanoğlu wants to throw off all the masks on the gritty, pure faces which we see as the soul’s mirror ideally. But since the faces that wear death, disguised as life need no masks, in the name of exhibiting the truth or at least come to speech, it will be required that the faces which became masks to be torn apart themselves, not only the masks being dragged. So, in all this world’s darkness and mortal, endless distress, we can see the protagonist called “human” alone, kneeling down on his knees under the glamorous lights of the gilded stage of civilization. Is he challenging, or begging? Speaking, or delirious? Or is just silent and crying, moaning now and again quietly? In every case, he hides a Holbein medal behind his face quietly. Waiting in fear, and calling for his apocalypse in the times he can.


Resim
 Çekim Yasası  -   Law of Atraction

"Dilsiz kıyametinin pençesinde bir kahraman"

Nietzsche'ye olduğu kadar, Hegel ve Marx'a da mal edilen “yaratıcı yıkım” ilkesinin  Alman düşünsel iklimine Doğu mistisizminden taşındığı söylenir. Hindu üçlemesi Trimurti'de Tanrı'nın üçüncü yüzü olan Şiva, aynı anda hem yıkıcı hem yaratıcı gücü temsil eder. “Bir tapınak dikilecekse bu ancak bir diğerinin yıkılması pahasına gerçekleşir, yasa budur” diye yazar Nietzsche. Sanatta da durum farklı değildir, hatta denebilir ki “yaratıcı yıkım”, sanatın iç diyalektiğinin tarifi ve özüdür. Barış Cihanoğlu'nun yeni resim serisindeki çarpıcı “deformasyon”, tam da yaratıcı yıkım perspektifinden, eşdeyişle sanat tarihinin içinden bir bakışı gerektiriyor, o bakışı davet ediyor. Sanatın cüretkar yasası, araştırmasının olanca içtenliğiyle işliyor bu resimlerde. Bir dönemin aynı zamanda bir dönüm noktasına denk düştüğü, sanatçısına da yapıtları görenlere de heyecan veren bir araştırmanın olgunlaşmış ilk ürünleriyle karşı karşıyayız.

 Bir yandan resmedilmiş nesneler doğadaki nesnelerle bire bir örtüşmeyeceği, diğer yandan artık sanatın önünde aşılması gereken böyle bir mimetik problem olmadığı içindir ki deformasyon, resmin, özellikle de figür resminin kaçınılmazı olmakla kalmaz, adeta hedefi haline gelir. Bir salt form sanatı olan resim, form bozumu veya yıkımı olmaksızın düşünülemez; fakat yine aynı nedenle, yani resim bir salt form sanatı olduğu için, resimde ancak form bilgisini duyuran ve form açısından bizi bozulmuş haliyle de ikna edebilen bir deformasyondan söz edebiliriz. Formasyon ve re-formasyon vurgusu yüksek, böyle bir de-formasyon, bilgi ister, cesaret ister, hakikat ister; aksi takdirde kolayca sırıtabilir, eğreti durup düşebilir. Sanatçının, hiçbir kavramın ışık tutmadığı imgesel karanlıkta forma tutunmaya çalışarak, el yordamıyla, bir başına yürümesini bir nebze olsun anlayabilir, hayalimizde canlandırabilir miyiz acaba? Yasalarını keşfetmek üzere, bilinmeyen bir evrenin kapısını aralamak, bir karadeliğin içine dalmaktır bu. Barış Cihanoğlu, farklı yasalarla işleyen bir evrenin  kapısını açmış oldu bizlere. Sanat bilinci, şayet bir parça zahmetle buluşursa, bu evren karşısında heyecan duyacak ve onun yasalarına, içyüzüne dair kendine sorular soracaktır.

            Sanat yapıtlarından oluşan bir evren tek boyutlu değildir kuşkusuz; sadece form boyutunu barındırmaz. Sanatçının asıl meselesi form boyutundaysa da sanat yapıtlarının hayatla, insanla, toplumla kurdukları daha doğrudan bir diyalog, Adorno'nun deyişiyle bir “hakikat içeriği” de mevcuttur. Heidegger, yapıtların bu içerik sayesinde bir dünya kurabildiklerini öne sürer. İçerik, büyük ölçüde arkaik karakterini sürdürürken, nasıl olup da yeni bir dünya kurabiliyor peki? Belki de sanat yapıtlarının en gizemli tarafı, alımlayıcı olarak bizlerin o dünyayı sanatçıyla birlikte nasıl kurduğumuzdur. Algılama, yorumlama süreçlerimiz kişisel öykümüzden, bakışımızdan derin, giderek bilinçdışı bir takım izler taşır. Bir sergide eserin altındaki imzanın yanına pek çok görünmez imza atılır aslında; bunlar, özgün öyküleriyle birer imza niteliğinde olan bakışımızın izleridir. Sanat yapıtının kavramsız imgesi, sonsuz katmanlı ve boşluğa düşürücüdür. Malzemeden imgeye, yapıtın duyusal varlığı, bütünüyle simgeselleştirilemeyen içeriğe, dil-ötesi boşluğa hizmet eder. Bilinmeyenin insan zihni tarafından insanca temellük edilmeye çalışılması yoluyla, yapıtın bizim için kurduğu dünyada sonuçta kendimizi buluruz, sanki bir aynada kendi görüntümüze bakar gibi; şu farkla ki o yansının kendi görüntümüz olduğundan bu kez o kadar emin olamayız.

            “Yıllar boyu, insanoğlu bir boşluğu imgelerle, illerle, krallıklarla, dağlarla, körfezlerle, gemilerle, adalarla, balıklarla, odalarla, aletlerle, yıldızlarla, atlarla, insanlarla doldurur. Ölümünden az önce, usanmaz çizgi labirentinin kendi yüzünün imgesini oluşturduğunu anlar”. Sanat yaratısının ardındaki muğlak itki ve dürtüleri tam olarak açıklığa kavuşturamayız, yine de Borges'in bu sözlerle anlatmayı denediği gibi, Barış Cihanoğlu da belki kendi yüzünün imgesinin peşindedir, kim bilir. Toplu aile fotoğrafları; kucaklarında çocuklarıyla poz veren, Püriten görünümlü kadınlar; kravatlı babalar, delikanlılar; geniş, çoğu beyaz yakalı elbiseler, önlükler giyen kız çocukları, anneler... Daha önceki resimlerinde karşılaştığımız bez bebek, iri kafalı adam, ilkokul öğrencisi vb. figürlerde olduğu gibi, bütün bu figür ve konuların da Cihanoğlu'nun öyküsünde belirgin bir yeri olduğu açık. Fakat bu seriyle birlikte bir de yüz deformasyonu dahil oluyor öyküye. Kişisel üslubun rüştünü iyiden iyiye ispat ettiği, çok başarılı bir serginin ardından, açıkçası pek çok kişinin duracağı bir noktada, Barış neden durmadı, neden böyle yeni bir atılımla risk aldı acaba? Önemli olduğu için sorulması gerektiğini düşündüğüm bu sorunun cevabını bulmak aslında o kadar da zor değil. Başlangıç döneminden bu yana, Barış Cihanoğlu resmine dikkatle baktığınızda onun semboller, grotesk öğeler ve resimsel göndermelerin yoğun olduğu dışavurumcu, kimi zaman fov bir anlayışı yıllar içinde kendi yolculuğunda nasıl yalınlaştırdığını, form kaygısının resme yerleşmesini daha iyi anlıyorsunuz. Arayışın dinamizmi okunuyor onun veriminde. Ne mutlu (!) bize ki  arayışı da dinamizmi de kuşkuyla karşılayan bir “sanat” ortamımız var; ama zanaat  değil de sanat söz konusu olduğunda arayışsız, statik, ehlileşmiş bir şeyden bahsetmek ne derece doğru, nereye kadar mümkündür?

            Bu sergide Barış Cihanoğlu'nun küçük daire tuvallerle başladığı, her biri birer maskı andıran, deforme yüzlerle ve figürü öne çıkaran, sade bir art alanla karakterize edebileceğimiz yeni bir dönemine ait resimleri görüyoruz. Renkte, bilhassa art alan renklerinde etkisini hemen hissettiren bir azalma, yalınlaşma var. Öyle ki çoğu resimde figürler yalnızca yaldızla ya da beyazla çevrilmiş durumdalar. Yaldız kullanımını tezhipten ya da Bizans mozaiklerinden aşina olduğumuz altın varakla ilintilendirebiliriz belki, ama burada aslolan, resimlerdeki sade art alanın fazlaca kontrast oluşturmaksızın figürü öne çıkarabilmesi. Verdikleri mimiğe, ifadeye yönelik izlenimle, kabaca mask diye tabir ettiğim dairesel resimlerin kiminde art alan figürle öyle bir birliktelik, öyle bir girişim içinde ki bu resimlerde belirgin bir art alandan söz etmek mümkün değil esasen. Yüzlerdeki deformasyonun ilerletildiği, büyük ebatlı tablolarda ise ifadenin yanı sıra figürlerarası kompozisyon da giriyor devreye. Deformasyonun masumiyet yitimini imleyebileceğini düşündürtecek biçimde, henüz okula gitmeyen, küçük yaştaki çocuklar genelde deformasyonun dışında tutulmuşlar; yine de bağımlılıklarını temsil eden, boyunlarında birer urgan ilmeği gibi duran  önlük yakalarıyla resmediliyorlar. Figürlerdeki başlıca deformasyonu, yüzlerde tek tarafa doğru, yatay bir çekilme halinde izliyoruz. Baba figürünün yüzündeki çekilme daha geniş çaplı sanki. Ev geçindiren erkeklerin sorumlulukları ağır, kafaları binbir dert ve düşünceyle, taşınamayacak kadar şişmiş, ağırlaşmış, ağrıyor. O kadar ağrıyor ki kafalar öne düşüp gözler kapanıyor sonunda. Gözleri kapalı figürlerde ölüm masklarını andıran, hüzünlü, ama bir biçimde de erinçli bir ifade okunuyor. Tıpkı bazı kültürlerde orgazm için söylendiği gibi, bir tür “küçük ölüm” ifadesi. Çalışıp didinmekten yaşamayı unutmuş bu insanlar birer ölü mü, yoksa dayanılmaz kederin avcunda ölümcül bir teslimiyete mi bırakmışlar kendilerini?

            Kadınların yüzlerinde ağızlarına da yayılan, bazen birbirlerine geçişecek denli fazla, uzunlamasına, fakat ince bir çekilme görüyoruz. Yetişkin erkeklerde baş bütünüyle çekilirken kadınlarda daha ziyade göz, ağız, yanak, yüz çekiliyor. Kızkardeşler, gelinler, belki de komşu kadınlar, benzer yazgılarıyla birbirlerine doğru çekiliyorlar yüzlerinden. Ev işleri, çocuk bakımı, ilgisizlik derken yıpranarak aynılaşmış kadınlar bunlar adeta. Öte yandan, yılgın olmalarına karşın, ne pahasına olursa olsun güzelliklerini yıllara inat korumak ister gibiler. Hafif aralık dudaklarıyla söyleyecekleri çok şey, edecekleri çok sitem var besbelli, fakat dilsizler. Konuşmak istediklerini konuşamıyorlar; usanç verici tekdüzelikte replikler, söylenmeler, çekiştirmeler düşmüş paylarına. O kadar dilsizler ki toplu aile fotoğrafında bir kadının ağzı, burnu bir sansür bandını andıran, kalın bir iki fırça darbesiyle kapatılmış. Yüzünde sadece korkuyla bakan gözlerini seçebildiğimiz bu kadının başının ardında da kötücül bir gölge, bir leke var. Elleri de gözleri kadar hüzünlü kadınların; kucaklarında bir çocuk olmasa bile elleri bir çocuğu tutar gibi ve kabullenmişlik içinde çoğunlukla kucaklarında kenetlenmiş, kelepçeli. Yalnız resmedilmiş kadınlarsa, artık duygusal bir ilişkinin karmaşası mı, yoksa başka bir sıkıntı mı, çözemedikleri bir şeyleri kafalarında evirip çeviriyor gibiler. Fakat tümü mutsuz, tümü dolaşık. Bu kadınlardan biri, esrarengiz bir biçimde, Mona Lisa'ya götürüyor beni. Neden, nasıl? Bir türlü bulamıyorum.

            Figürlerin deformasyona uğratılan, çekilen kısmı yalnızca yüzleri. Bu da ister istemez insan yüzünü tekrar düşündürüyor bize: Yüzün simgesel anlamı nedir? Tüm uyaranları, sarsıntıları önce yüzümüzle karşılar ve sonra yine yüzümüzle yanısıtırız. Algıların, duyuların, ifadelerin yoğunlaştığı, gizi “yoğunluk” olan yüzün sorabilecekleri, dilin sorabileceklerinden fazladır. Yüz, bir “idea”dır, “yüce”den pay almıştır; “bir yüzünü göreyim” dediğimizde güzellik, “yüzüme bak” veya “bakacak yüzü yok” dediğimizde ise şahsiyet ve doğruluktur. Barış Cihanoğlu'nun resimlerindeki çekilmiş yüzler, yüzün sonuçta insan oluşla örtüştüğü bu simgesel düzeyde yorumlanabilir sanırım. Cihanoğlu, idealde ruhun aynası olarak düşündüğümüz, yalansız, saf yüzlerdeki bütün maskeleri çekip atmak istiyor sanki. Fakat yaşam kılığında ölümü giyinmiş yüzlerin gerçekte maskeye gereksinimi olmadığından, hakikatin sergilenmesi, hiç değilse bir kereliğine dile gelir gibi olması adına, maskelerin düşürülmesi değil de, bizzat maskeleşmiş yüzlerin yırtılması gerekecektir. Böylece “insan” adlı protagonisti bu dünyadaki tüm karanlığı ve ölümcül, sonsuz sıkıntısı içinde, yaldızlı uygarlık sahnesinin göz kamaştırıcı ışıkları altında yapayalnız, diz çökmüşken görebiliriz. Meydan mı okuyor, yoksa yalvarıyor mu? Konuşuyor mu, yoksa sayıklıyor mu? Yoksa sadece susuyor da arada bir usulca ağlayıp inliyor mu? Her durumda, sessiz sedasız bir Holbein nişanı gizliyor yüzünün ardında. Bekliyor, ürküyle ve dili döndüğü zamanlarda kıyametini çağırıyor.

                                                                                                                                      Özcan Türkmen

Resim
’'The Pheromone Effect’’ 3 - 31 may 2012


As we live, the geography we live in and the whole World practically teaches us not to be surprised as usual and we got used to it, anyway we have very few surprising and unexpected things in our lives. Everyday, hundreds of news, hundreds of images and visions bombard our visual memory. With every photograph, picture and performance we see, we start to feel less surprised and affected. This situation enslaves us day by day, however in this period of becoming banal, our eyes scan all the visuals they can find in a hysterical search to feed their instinctual anticipation with their insatiable curiosity, but usually what it sees is far from satisfying this visual curiosity and joy.  And can not be satisfied until we see a piece of art which has the power to excite us.
It is likely that you find an answer to these expectations in Cihanoğlu’s latest creations. The backbone of the pattern is established over the masterful, intense painting textured, light colored, like a theater scene and takes the viewer to a subconscious journey and addressing the most secluded feelings of a human being with his own style, and immediately perceived novelty. These performances really are plastic works of art to which we can feel intense visual delights, and have the power to excite us again.
Anyway, in all those years I know him, I couldn’t find a proper definition objectively for the positive perception, which I perceive from his works. Where does the extraordinariness and authenticity of his work come originally from?  Is it the touching themes he uses ? Or the special color relations he uses ? His subconscious constructions ? Or his diverging, authentic personality, which is also pervaded in his paintings?  I think the most rationalistic explanation to these, lays in Barış’s picture itself which includes all of those qualities in itself. In fact, the main reason that I can’t classify him and his art points to the fact that, he is an artist out of “categories” in Turkish contemporary art.
The “reality” in Barış’s performances is something beyond the reality of the figures on the canvas, it is a reality that forms in your emotions. Like when you have a beautiful and delicious meal and can’t solve the chemistry of that taste in your mouth; or when you are touched with the effects of a pleasant film right after watching it, about his works, the feeling we have is something similar. The objective part of the human mind is blocked in such conditions. Feels himself all alone but causelessly happy in an imaginary dilemma, but this is a moment of perception, and all the teachings procured, feel desperate.  In such times, works of art affect people just like the “Pheromones” , the love molecules.  Like the molecular smells which we can’t understand using our five senses, but unconsciously affected by. Because the pheromones too, pass over the logic and affect the sensational center of the human brain, and in fact, even when many of us when thinking that we’re acting logically, we’re possessed by our pheromones, losing control to them.
‘Pheromone ‘’, yes. This word’s tale starts in 50’s which is very unfamiliar to most of us. After this time, scientists called this invisible chemical communicator pheromone. Scientists experimenting in 50’s derived the word (Pheromone) out of words of Greek origin.  And so people got to know the pheromones. The scientists say “these are the molecules emitted by a creature to attract another of the same kind”. And lately, above five senses, pheromones are accepted as the sixth one. In other words, pheromones have a strong effect altering our behaviors and perceptions. Barış’s choice of choosing pheromones as concept in his last exhibition lures us a little more to that mysterious topic. This unseen, but strongly felt effect is fairly visualized in his paintings and presented to the audience in a plastic manner, and the most important and sharply seen common point about the paintings is, that they include our present instincts in them. In his big sized painting named “Dürtü” (Urge), we see a woman “peeking” on another through the door and she also makes us a part of the voyeurism. And in another painting named “saklanan güzellik” (hidden beauty),  we witness a small girl tried to be protected  from the figures standing for social taboos and motives symbolizing manhood, by naked women surrounding  themselves around her with maternal instincts, who are more “experienced”  with former practices. And we generally see the big spaces reserved for women, to be constricted by intervention of men, and feel the perspective which dignifies women and their special naïve constitution almost in every performance, in different installations.
And I don’t think it’ll be false to talk of a virtuosity in Barış’s performances too, despite his relatively young age, he has a classical virtuosity acquired after training for many years either texturally or pictural, or fictional. Today very less of young painters paint “modern figure paintings” with classical methods, receiving no “technical” assistance, just using hand artifice and Peinture with such quality and authenticity? I think it’s his cunning that I talk about which enables him to show such special construction managed quickly and skillfully.
There’s a well  known  anecdote about Albert Einstein, that he was an Atheist since he listened to the live performance of the famous Violin virtuoso Yehuda Mehunin, but after listening to his performance, turning to those beside him and telling “Doubtlessly, there is a God, I believe this after then” is told between people. Surrender of such a great scientist to the universe of arts from the universe of positive sciences, is very intriguing isn’t it? That’s called the power of art…
I see this power in Barış Cihanoğlu's paintings. There’s something in his paintings which lures you into the painting, and makes you look deep inside.    Bülent Aytaç

________________________________


‘’FEROMON ETKİSİ’’ 3 - 31 mayıs 2012


Yaşadığımız zaman, bulunduğumuz  coğrafya ve tüm dünya, bizlere adeta artık eskisi kadar şaşırmamayı öğretiyor ve biz buna neredeyse alıştık.  Artık şaşırtan ve beklenmedik olan çok az şey var hayatımız da. Her gün farklı medya ortamlarında  yüzlerce haber ve  görsel adeta  beynimizi bir ‘’imaj’’  bombardımanına tutuyor. Gördüğümüz her fotoğrafla her resimle birlikte biraz daha  az şaşırmaya, etkilenmeye başlıyoruz. Bu monotonlaşma  sürecinde yine de beynimiz  doyumsuz merakı ile çılgınca bir arayış içinde, bulabildiği her görseli tarıyor, ama genelde gördükleri  bu bilinçaltı görsel merakı ve zevki  gidermekte çoğu zaman yeterli  olamıyor. Ta ki bizleri sarsacak ve tekrardan heyecanlandıracak güçte bir sanat eseri ile karşılaşıncaya kadar  tatmin olamıyoruz.       
Cihanoğlunun  son eserlerinde işte bu beklentilere bir cevap bulmamız olası.  Desen omurgası üzerinde ustaca kurulmuş, yoğun pentür dokulu boyanmış,  ışıklı renklere sahip, bir tiyatro sahnesini andıran, izleyeni bilinçaltı yolculuklara çıkaran ve insana ait en tenha duygulara değinen  bu eserleri ilk gördüğümüzde o 'nun kendine has üslubunu ve sıradışılığını zaten hemen farkediyoruz.  Bu eserler gerçekten de yoğun görsel ve sanatsal lezzetler duyabileceğimiz , bizleri tekrar  heyecanlandıran  güce sahip plastik eserler.
 Yine de ben, Cihanoğlunun eserlerinden edindiğim pozitif algılamaya o'nu tanıdığım yıllar boyunca tam nesnel bir açıklama bulamamışımdır. o'nun sanatının sıradışılığı ve özgünlüğü, aslında  nereden gelmektedir ?     Acaba bu,  seçtiği çarpıcı konularından mı kaynaklanmaktadır?  Kullandığı özel renk ilişkilerinden mi?   Bilinçaltı Kurgularından mı ? Yoksa resmine de  nüfus etmiş  olan aykırı, özgün kişilik yapısından mı?   Bu sorulara yine de en akılcı açıklama da sanırım,  tüm  bu niteliklerin toplamını barındıran  Barışın resminin kendisinde yatıyor .  Aslında onun sanatını  genel anlamda kolayca kategorize edemeyişimin başlıca sebebi,  Barışın Türk çağdaş sanatında  gerçekten  özgün  bir sanatçı oluşuyla da doğrudan ilintili kanımca.
Barışın eserlerinden  algılanan ‘’gerçeklik’’ tuvalde ki  figürlerin görsel gerçekliğinden öte  bir gerçekliktir ,  bu sizin hissiyatınızda oluşan bir tür gerçeklik  algısıdır. Hani güzel bir yerde  lezzetli bir yemek yer de damağınızda kalan tadın kimyasını çözemezsiniz ya; veya güzel bir film izledikten sonra onun etkisinden kurtulamassınız ya,  işte buna benzer bir  hissi duygudur  algıladığımız onun eserlerinde. İnsan zihninin nesnel yanı bloke olur bu gibi durumlarda. Adını koyamadağı bir düşsel iklimde yapayalnız ve sebepsiz mutlu hisseder kendini,  işte bu bir duyumsama anıdır, edinilen tüm öğretiler çaresiz kalır.
 İşte bu zamanlarda  sanat eserleri tıpkı aşkın molekülü “Feromon” lar  gibi etki yaparlar insanlar üzerinde. Beş duyumuzla hissedemediğimiz, fakat farkında bile olmadan istem dışı etkilendiğimiz moleküler kokular gibi, çünkü feromonlar da mantığı atlayarak doğrudan beynin duygu merkezini etkilerler, aslında pek çoğumuz yaşamında mantığıyla hareket ettiğini düşünür ama çoğu zaman feromonlara yenik düşeriz.
‘’ Feromon ‘’ evet çoğumuza yabancı gelen  bu kelimeyle tanışmamız kısa süre öncesine dayanıyor aslında,  1950 lerde  araştırma yapan bilim adamları yunanca bir kökenden ( pheromon )  kelimesini türettiler,  bu sayede feromonu insanlar tanıdı. Bu molekül için bilim insanları '' feromon, aynı türden diğer bir bireyin tepkisini sağlamak için başka bir birey tarafından yayılan kimyasal bileşiklerdir der.'', son yıllarda tüm dünyada insanlarda ki  beş duyunun üstüne altıncı duyu olarak feromonlar kabul edilmektedir. Yani feromonlar bizim davranışlarımızı ve algımız belirlemede etken rol üstleniyorlar. İşte bu etkiyi,  yani ‘’ Feromon etkisi’’ ni Barışın son  sergisinde konu olarak seçmesi  ise bizleri bu gizemli konuya biraz daha yaklaştırıyor.  Bu görünmeyen, sadece duyumsanan etkiyi o adeta resimlerinde görünür hale getiriyor ve plastik bir dille izleyenlere sunuyor, eserlerinde göze çarpan en önemli ortak nokta ise hepimizin mevcut iç güdülerimizden izler barındırıyor olmaları. Mesela  ‘’dürtü  ‘’isimli büyük boyutlu resminde izleyenin içini gıcıklayan ifadesi ile bir kadını kapı aralığından muhtemelen başka birini ‘’ röntgen’’ lerken  görüyoruz,  bu eser aynı zamanda onu izleyenleri de diğer bir ‘’ röntgenci ‘’ olarak suça ortak ediyor. Diğer bir resim ‘’ saklanan güzellik’’ te ise çepeçevre kuşatılan çıplak bedeniyle küçük bir kızın, toplumsal tabuları temsil eden ve erkek motifini sembolize eden figürlere karşı,  anaç bir sakınma içgüdüsüne  sahip ve yaşadığı deneyimlerle  görece daha ‘’ tecrübeli’’  diğer kadın bireyler tarafından  saklanmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Eserlerde genel olarak kadına ayrılan büyük bir alana ve bu alanın erkek müdahalesi ile daraltılmasını da izliyoruz. Kadını yücelten bir bakış açısını ve o nun kendine özel naif yapsını, ustaca kurgulanmış bir çok farklı eser de sezinliyoruz.
Barışın eserlerine genel olarak baktığımda  edindiğim diğer bir izlenim ise, onun  beceri anlamında,  bir nevi ustalığa  ‘’virtiyöziteye ’’ sahip olduğudur,  genç yaşına rağmen, gerek desen, gerek pentürel, gerekse kurgusal anlamda gerçekten de, uzun yıllar çalışma sonucu ulaşılabilecek ‘’klasik’’  anlamda bir virtiyöziteye  sahip Barış. Günümüzde çok az genç ressam, onun gibi en temel klasik metodlarla  ve  hiçbir ‘’teknik’’  yardıma ihtiyaç duymadan doğrudan  desen ustalığı ve pentürle bu nitelikte  ve de özgün ‘’çağdaş figür resmi‘’ yapmakta. Sanırım bunca figürlü ve sağlam kurgunun bir çırpıda kotarılmış gibi algılanmasının da  başlıca sebebi bu bahsettiğim ustalığı.  Einstein’in ünlü bir anektodu vardır, ustalığa dair. Einstein'ın ünlü keman virtiözü Yehuda Menuhin'in canlı performansını dinleyene kadar ateist olduğu, fakat ünlü kemancının kemana hakimiyetini görüp müziğini dinledikten sonra yanındakilere dönüp “ Şüphesiz Tanrı var. Artık buna inanıyorum” dediği anlatılır. Bu kadar büyük bir bilim adamının, pozitif bilim evreninden, sanat evrenine teslimiyeti, ne ilginç değil mi? İşte buna sanatın gücü denir. Barış Cihanoğlu'nun resminde de bu gücü görüyorum ben,  insana ait ve onu içine çeken, kendine baktıran birşeyler var  onun resimlerinde. 
                                                                                                                                        Bülen Aytaç

“Boundary Violation” Contemporary Istanbul 2011

Cihanoğlu Barış. 10th solo painting exhibition. Contemporary Istanbul.
Between the young generation painters, Cihanoğlu Barış ,who makes difference with his original painting language and unusual prespectives, will introduce his 10th solo exhibition to his followers. In his works, at the exhibition named as “Boundary Violation”,  we generally encounter of his reaction to the lots of chronic taboos in the society and his oppositon to the “system”. This reaction and opposition state shows itself as matter in a wide range. For example; at one side he points out the political dirtiness with his work “rent-lover colorful man” who has a “unprincipled politician” politician profile with his wise smile and at the other side in his other work called as “Mc Domalt” with a worshipping woman in front of a hamburger with her cellulited body he criticises the woman by making a naughty reference. By setting out of the figure in “Mc Domalt” painting; he confronts the ordinary individuals of the society that is getting more obese day by day with themselves and at the same time he makes a harsh criticisim to that fait accompli contradiction, “modernism” percepiton and imposed cultural emperialism.   
As a general, Cihanoğlu handles the individual’s insensitivity and hypocrisy who is idle and integrated to “system” and all factors that decompose the society as part of his perspective. Moreover; the artist closely follows the political issues of world’s agenda and in his painting named as “Ex Dictator Gaddafi”; he practically certifies the destruction of the cruel dictators -who rule Middle East- by the bigger and more cruel emperialist “elder brother dictators”. Cihanoğlu invites us to be witness to this advanture, while he is maintaining his quests in this areas according to his own problematic needs. “Boundary Violation” which is the name of the exhibition come into existence by his paintings.
Bülent Aytaç describes Cihanoğlu: “Whenever I encounter with the paintings of Barış Cihanoğlu, I realize most of the people in our country who deal with plastic arts at present, unfortunately they are performing “nylon arts” (!) Namely, I always search an aswer to the question of “what is art?” with an other question “what is the artist?”. If we can give an answer to the question of “who is artist?”  When we answered who is artist, then we have answered “What is art?” question. And I know certainly that to deal with and art branch does not enough to do the person “artist”. For example; as being an “artist candidate”; is only painting enough for a painter? Does not that also require of him/her to fulfill his/her responsibilities to his/her society, to all humanity and to the art of painting? And here it is, Cihanoğlu performs these working-outs which are peculiar for artist and responsibilities properly with his life and art.” 
At the exhibition “Boundary Violation” – will be oplened 24 November – , the artist invites us to his private area, namely “the area where the boundaries are violated” and adds; get ready to be surprised..!

_____________________________

CONTEMPORARY 2011 SANAT FUARI  SERGİSİ İÇİN BASIN BÜLTENİ.
6. Contemporary Istanbul, 24 – 27 Kasım'da Gerçekleşecek



Türkiye'nin ilk ve tek uluslararası çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul, 6. yılında sanatseverleri yeni ve daha geniş bir alanda yine ilklerle buluşturmaya devam edecek. Contemporary İstanbul, 24-27 Kasım 2011 tarihleri arasında İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayında olacak.
 Bu sene ki fuarda, Galeri İlayda  Cihanoğlu Barışın resimleri  ve Ozan Oganer heykelleri ile yer alıyor, Galeri ilayda fuar süresince,  İstanbul kongre merkezi  Stand No : IKM 213 te sanat severleri ağırlayacak. Bu yıl  altıncısı açılacak olan  Contemporary  İstanbul Sanat Fuarı,  IKM 213 Standı  aynı zamanda Cihanoğlu’nun   “ Sınır İhlali ” isimli onuncu kişisel resim sergisine ev sahipliği yapacak.
Genç kuşak ressamları arasında, özgün resim dili ve sıradışı bakış açısı ile fark yaratan Cihanoğlu Barış . Onuncu kişisel sergisini  contemporary fuarıyla beraber izleyicisiyle buluşturacak.
 ‘’ Sınır İhlali ‘’ isimli onuncu sergisinde ki işlerinde genel  olarak sanatçının toplumda kronikleşmiş bir çok tabuya karşı tepkisiyle  ve  bir ‘’ düzene ‘’ karşı duruşla,  karşılaşıyoruz  . Bu tepki  ve karşı duruş hali,  konusal  olarakta geniş bir yelpazede kendini göstermekte. Örneğin  bir tarafta pişkince sırıtan  ‘’zübük ‘’  siyasetci profılınde  olan ‘’ rantçı kolormatik adam ‘’ da politik kirlenmeye işaret ederken, bir diğer tarafta selulıtlı bedeni ile hamburgerin önünde  adeta ‘’ domalan ‘’ kadını  ‘’ mc Domalt ‘’ adlı tablosundaki  isimsel göndermeyle eleştiriyor. Burada  tanık olduğumuz gerçekten geniş bir eleştirel  yelpaze ,  mc Domalt tablosunda figür üzerinden yola çıkarak, giderek obezleşen toplumun  sıradan bireylerini kendileriyle yüzleştiriyor ve aynı zamanda tepeden inme olan bu  çelişik modernizm algısına ve  dayatılan kültür emperyalizmine sert  eleştiride bulunuyor.
 Cihanoğlu genel  olarak    ‘’sisteme’’  entegre olmuş  miskin bireyin  duyarsızlığını, iki yüzlülüğünü  ve  ulusu çürüten tüm unusurları  kendi bakış açısı çerçevesinde  ele alıyor.  bununla beraber dünya  gundemındekı  siyasi konularıda yakından takip eden sanatçı , ortadoğuya hükmeden zalim diktatörlerinin  daha büyük  ve daha zalim ‘’ ağbi diktatörler ‘’ tarafından yok edilmesını de   ‘’ Ex diktatör Kaddafi ‘’  adlı resmiyle  eleştiri getiriyor.  Cihanoğlu bu alanlarda kendi problematigi  gereği arayışlarını sürdürürken  bizleri de bu arayış  serüvenine  tanık olmaya  çağırıyor,  serginin ismi olan  ‘’ Sınır ihlali ‘’ tam karşılığını onun resimlerinde buluyor
Bülent Aytaç  Cihanoğlunu  şöyle tarif ediyor;  ‘’ Barış Cihanoğlu'nun resimleriyle hemen her karşılaşmamda,  ülkemizdeki plastik sanatlarla uğraşanların bir çoğunun  halihazırda  ne yazık ki "naylon sanatlar" (!)  yapmakta olduklarını fark ediyorum.  Şöyle ki, "sanat nedir" sorusuna ben her zaman başka bir soruyla, yani "sanatçı nedir" sorusuyla cevap aramışımdır. Öyle ya;  sanatçının kim olduğuna cevap verebilirsek, aslında "sanat nedir" sorusuna da cevap vermiş oluruz ;  ve ben kesin olarak biliyorum ki herhangi bir sanat dalıyla uğraşmak, kişiyi "sanatçı" yapmaya yetmiyor. Örneğin ressamın, bir "sanatçı adayı" olarak sadece resim yapması yeterli olur mu ? Onun aynı zamanda bulunduğu topluma, tüm insanlığa ve resim sanatına karşı sorumluluklarını  yerine getirmesi de gerekmiyor mu?  İşte Cihanoğlu yaşamıyla ve sanatıyla bu sanatçıya özgü hesaplaşmaları  ve sorumlulukları başından beri  hakkıyla yapmaktadır.’’
24 Kasım da açılacak ‘’ Sınır ihlali ‘’ adlı sergisinde  sanatçı bizleri kendi  özel  bölgesine,  yani  ‘’ Sınırların ihlal edildiği bölgeye ‘’  davet ediyor  ve ekliyor,  şaşırmaya hazır olun..!

Contemporary İstanbul'da, Türkiye'den ve dünyadan 526 sanatçıya ait 3000 çağdaş sanat eseri görülebilecek, fuarı 1000'den fazla uluslararası koleksiyoner ziyaret edecek.

Contemporary İstanbul’a bu yıl 22 ayrı ülkeden 42’i yurtdışı ve 48’ü yurt içi olmak üzere 90 çağdaş sanat galerisi katılacak. Uluslararası çağdaş sanat dünyası ve Türk sanatseverlerin merakla beklediği Contemporary İstanbul’da birçok önemli çağdaş sanat eseri ilk defa görülebilecek. Türkiye’den ve dünyadan 526 sanatçıya ait 3000 çağdaş sanat eserinin görülebilecek, 1000’den fazla uluslararası koleksiyonerin ziyaret edeceği fuara bu sene 60 binden fazla ziyaretçi bekleniyor.

________________________________________

The tragic heroes of the epic fictions


Doesn’t the creation determine which argument will be followed by the ones who try to understand,solve or comment on the creation? Time,perception,geography,historical duration,nominative mythology of the producer or the expounder,inter disciplinary or being above disciplines,following Panofsky or Wölfflin, Kant or Hegelist aesthetic,hermeneuic or another different way – method. In the end, leaving the creation and arriving to the creation as final destination is inevitable,divine result as it can be felt from this denotation. And if this mentioned creation has the determination and might to destroy all your previous memorizations beside.

Design a stage in your mind. Built up from the entireness of adversities, let it be a stage built with figures master Balaban’s expression “not with mathematical measurements,with dialectic methods”. And now discover the impossibility of attempting to understand and render for others about your stage which will appear with infinite combinations and just limited with limitlessness of imagination. According to this,not to make the mentioned reading abortive over Barış Cihanoğlu pictures ,let’s look at his wide apprehension, his strong wrist which gives him his pattern skill and sensitivity which marks the right points,just his pictures. Is it a show mentiones? Every figure is an actor? In a moment the most natural life space became the stage; you, who you always consubstantiated with the hero,is in the leading role again! In an instant you’re a red haired,long legged beautiful girl came out of Russian novels,lying in the middle of the stage,with a wild soul covered in morale values veil. And an “Ahhh” expression which can be noticed even with his half shaved face of that man looking at you! And the lips of that woman looking at you,covered with lipstick,permed hair and her widely opened eyes with the most humble arrogance of being devoted to be the “most beautiful”,shaming on you!

All the deeds building up Barış’s pictures, takes the viewers to a stort and narration at first like in that Picture. First the narration should be dechiphered to solve the story. Arguments can be incapable; the most familiar image becomes a stranger instantly.

Sometimes,viewing Barış Cihanoğlu’s pictures is not just like a travel to the past,or subconscience,it becomes figurally an exhausting journey from the surface to the deep. Especially his crowded scenes,has a multi layered structure which can be solved one by one seperately from each other. Behind the “main figure” in the front, sometimes there’s a hanging image which is at least as real as,or maybe sometimes even more “real” than it.

Barış’s pictures don’t fit with the reality line in Turkish painting arts history. Because the aspect of socialist realistic creations is related to 20th century but shape is limited with 19th century bourgeois reality and there are really few artists who can escape from this consistence. It’s a solid aspect against decadence,to search for new things by having the excitement of new openings which 19th century masters explored in the figure,like Barış does. What they make people feel makes the pictures as real as it can be,despite the unique colors he places on his strong pattern apprehension are quite far from natural. A big headed man who can not go further than being a caricature character on his own and his head in front of him,one of them with the closest colors to the “natural” one,one with the dark blue face,two people can take place in the same picture for example. Colors,are like this to reflect the pain of sadness,recklessness,fear or happiness. Small characterized people of exaggerated lives are very colorful for sure. The worst can be in the darkest color or the most hypocritical one might look like a charlatan. Along with this, to approach what painter fictionalised, each Picture should be evaluated with a look in its own limits which minds about the harmony of shape and color.

Sometimes it surprises us how reckless the pictures are about perspective. Arbitrariness with great self confidence in the association of incidents,can express the helical structure of the figures. And the place gains a new meaning in this direction. It is not necessary for the place to be surrounded with four walls for you to know it’s a something square meter room of a warm home. And mostly the painter has already placed some attributes about the place for us to sense which place it is. And the different sizes of figures which are shown from different angels are placed in an order to distort the sense of common residence too.

He tells us to associate with the picture,and to look at it in a more accurate way by shocking the looks and making us find it odd. He turns the alienating of the eye to its favor. He builds the pictures like epic scenes of Brecht.

_______________________________

EPİK KURGULARIN TRAJİK KAHRAMANLARI

Bir eseri anlamaya, çözümlemeye ya da yorumlamaya kalkışanın hangi argümanın peşinden gideceğini büyük ölçüde yine eserin kendisi belirlemez mi? Zaman, algı, coğrafya, tarihsel süreklilik, üretenin ya da yorumlayanın öznel mitolojisi, disiplinler arasılık ya da disiplinler üstülük, Panofsky’nin ya da Wölfflin’in izini sürmek, Kantçı ya da Hegelci estetik, hermeneutik ya da başka herhangi bir yol – yöntem. Nihayetinde eserden çıkıp esere varmanız, -bu ifadeden de hissedilebileceği gibi- kaçınılmaz ilahi bir sonuçtur. Üstelik söz konusu eser tüm. ezberlerinizi .tüm ezberlerinizi bozacak kudrette ve kararlılıktaysa!..
Bir sahne tasarlayın zihninizde. Zıtlıkların bütünlüğünden meydana gelen, figür ustası Balaban’ın tabiriyle “matematik ölçülerle değil diyalektik yöntemlerle” kurulmuş bir sahne olsun. Hayal gücünün sınırsızlığıyla sınırlanmış, sonsuz kombinasyonla belirecek olan sahnenizi bir başkasının anlamaya ve ardından yorumlamaya kalkışmasındaki imkânsızlığı keşfedin şimdi de. Bu noktadan hareketle, Barış Cihanoğlu resmi üzerine yapılabilecek söz konusu okumayı beyhude bir çabaya dönüştürmemek için, onun geniş algısına, desen becerisini oluşturan sağlam bileğine ve doğru noktaları işaretleyen duyarlılığına, yani sadece resimlerine bakalım. Bir gösteri midir söz konusu olan? Her figür bir aktör? En doğal yaşam alanı sahne oluvermiş bir anda; siz, her zaman ana kahramanla özdeşleştirdiğiniz kendiniz, yine başrolde! Bir bakmışsınız Rus romanlarından fırlamış, ahlak peçesi arkasında azgın ruhlarıyla kızıl saçlı, sahnenin tam ortasına pervasızca uzanıvermiş uzun bacaklı bir dilbersiniz. Size bakan adamın yüzünde, kirli sakalına rağmen seçilen derin bir “Ahhh” ifadesi! Size bakan kadının boyalı dudakları, permalı saçları ve “en güzel” olmaya kendini adamışın en aciz tavrıyla kocaman açılmış ayıplayan gözleri!..............................................................................................
Barış’ın resimlerini oluşturan tüm edimler, tıpkı bu resimdeki gibi bir öykü ve öykülemeye götürür ilk olarak izleyeni. Öyküyü çözmek için, öykülemeyi deşifre etmeli. Argümanlar yetersiz kalabilir; en tanıdık gelen görüntü yabancınız oluverir bir anda.

Barış Cihanoğlu’nun resimlerini izlemek, sadece geçmişe, bilinçaltına gitmek şeklinde değil, biçimsel olarak da yüzeyden derine yapılan yorucu bir yolculuğa dönüşür kimi zaman. Özellikle kalabalık sahneleri, birbirinin üstünden tek tek ayrılarak çözümlenebilecek çok katmanlı yapıdadır. Öndeki “esas figür”ün arkasında, en az kendisi kadar hatta bazen daha fazla “gerçek” bir imaj asılıdır.

Barış’ın resimleri, Türk resim sanatı tarihindeki gerçekçilik çizgisine pek denk düşmez. Çünkü toplumcu gerçekçi eserlerin tavrı 20. yüzyıl ile ilgiliyken biçimi 19. yüzyıl burjuva gerçekçiliği ile sınırlı kalmıştır ve bu saplantıdan kurtulabilen az sayıda sanatçı vardır. Barış’ın yaptığı gibi, 19. yüzyıl ustalarının figürde keşfettikleri yeni açılımların heyecanlarını da taşıyarak biçimde yeni arayışlara gitmek ise, dekadansa karşı sağlam bir tavırdır. Güçlü desen anlayışı üzerine oturttuğu kendine özgü renklerinin doğaldan oldukça uzak olmasına karşın onun resimlerini olabildiğince gerçekçi kılan, hissettirdikleridir. Tek başına bir karikatür karakterinden öteye gidemeyecek olan koca kafalı adam ile başı önünde, biri “doğal” olana en yakın renkleri, diğeri karanlık mavi yüzü ile iki insan aynı resimde yer alabilir örneğin. Renkler, hüznün acısını, aldırmazlığı, korkuyu ya da mutluluğu yansıtmak için öyledir. Abartılı hayatların küçük karakterli insanları mutlaka çok renklidir. En kötü olan en koyu renkte olabilir ya da en ikiyüzlüsü bir şarlatana benzeyebilir. Bunlarla birlikte ressamın kurguladığına yaklaşmak için mutlaka, biçimin renkle uyumunu gözeten bir bakışla her resmi kendi sınırları içinde değerlendirmek gerekir.

Resimlerin perspektife aldırmazlığı hayrete düşürür bizleri kimi zaman. Olayların kuruluşundaki kendinden emin keyfiyet, figürlerin sarmal hallerini açıklayabilir. Mekan da bu doğrultuda yeniden anlam kazanır. Dört duvarla sınırlanmasına gerek yoktur oranın sıcak bir evin bilmem kaç metrekarelik odası olduğunu bilmemiz için. Çoğunlukla neresi olduğunu sezmemiz için mekana dair atribüler yerleştirmiştir ressam. Farklı açılardan gösterilmiş ve farklı büyüklükteki figürler de alışılmış mekan algısını bozacak biçimde yerleştirilmiştir.

Barış, bakışı şok ederek, yadırgatarak resme bir kat daha dikkatle bakmayı, biraz daha ortak olmayı öğütler. Gözün yabancılaşmasını                                              ELİF DASTARLI (Kısaltılmış Alıntı)

______________________________________________

BARIŞ CİHANOĞLU' NUN "KÜLT" İSİMLİ SERGİSİ 5 MART - 29 MART 2009 TARİHLERİ ARASINDA PİRAMİD SANAT'TA!!!
Genç kuşağın aykırı ressamı Barış Cihanoğlu, son bir yılda ürettiği ve merakla beklenen resimleriyle 5 Mart -29 Mart 2009 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta.

1999 yılında Akademiden mezun olan Cihanoğlu, durmadan üreterek iddasını ve yerini sağlamlaştırdı. Bu geçen süre zarfında ulusal ve uluslararası birçok etkinliğe katılmış olan sanatçı, kendi deyimiyle “jürideki kimseyi tanımadan” iki kez Nuri İyem resim, jüri ödülü de olmak üzere toplam 10 ödülün sahibi oldu. Genç yaşına rağmen, başarısından söz ettiren Barış Cihanoğlu hakkında, bugüne kadar ulusal ve uluslararası yayın kuruluşlarında pek çok haber yapıldı. “Kült”, yurt içinde ve dışındaki birçok özel ve tüzel koleksiyonda yapıtları bulunan sanatçının 5. kişisel sergisi.

Barış Cihanoğlu, “Kült” isimli sergisinde, çağdaş figür resminde yeni açılımlar arıyor. Girmenin cesaret istediği alanlarda hiç hesap yapmadan tüm samimiyetiyle gezinen sanatçı, “Eğer bir sınır varsa, bu hayal gücümün sınırı olmalıdır.” diyor.

Sanat yazarı ve Ressam Bülent Aytaç, Cihanoğlu’nun işlerini şu sözlerle tarif etmektedir: “İşte bir totem. Bu ilkel kabilenin çadırlarının ortasında, ateşin hemen yanında tüm ihtişamıyla duruyor ve toplanıp dans eden bu topluluk, tüm temsil ettiği barbarlık için minnettar ona... Peki ya günümüz? Günümüz şehrinin karanlık tarafı yüz yüze geldiğinde gece ayın aydınlık tarafıyla; şehrin underground meydanlarına dikilmeli barışın resmi de tüm temsil ettikleri için. 
Kült başka nedir ki...’’

_________________________________________________________

Open Letter to Terakki Foundation Art Gallery

Exhibition of artist Barış Cihanoğlu, which is planned to take place in Terakki Foundation Art Gallery between 29th Jan. – 28th Feb. 2009 is cancelled due to Terakki Foundation Art Gallery finding the works of art “inappropriate”.
It is impossible for us to understand why is it avoided to exhibit Cihanoğlu’s paintings that you might see their examples attached.
As Turkish branch of AIAP (Association Internationale des Arts Plastiques – International Association of Art) it is impossible for us to understand the recently increasing anti-democratic, censoring, anti-secular and freedom destroying pro behavior.
Efforts towards a “more royalist than the king” attitude as desired by the increasing repressive and anti-freedom mentalities have no place in our contemporary arts environment.
We meet this decision that offends art and the artists with grief from Terakki Foundation Gallery, which had positive contributions to contemporary Turkish arts until today. In the end, every child in education age goes to gallery and Museum exhibitions individually or in groups. If there was a rule such as not seeing anything related to human body or sexuality even in a tiny bit in these visits, then schools never could go and see neither Louvre nor Pompidou museums … 
Art galleries and art centers must make their decisions upon exhibiting works of arts and artists by considering the artistic values definitely. A mentality that submits to political conservative trends and all kinds of “neighborhood pressure” can’t be a platform that undertakes an important role such as carrying and defending contemporary arts in Turkey. With this reason, we’re kindly requesting from not only Terakki Foundation Art Gallery, but from all art galleries and art centers to stay away from dangerous mentalities such as looking for and finding elements to censor in the artist’s works created under their free will and we emphasize art’s pioneering and illuminating identity for the community once more.

26.01.2009                                                                                        
With all due respect 
UNESCO AIAP 
TURKISH NATIONAL COMMITTEE
International Association of Art
President            
Bedri Baykam 



Terakki Vakfı Sanat Galerisi’ne Açık Mektup

Terakki Vakfı Sanat Galerisi’nde, 29 Ocak-28 Şubat 209 tarihleri arasında açılması planlanan sanatçı Barış Cihanoğlu’nun sergisi, Terakki Vakfı Sanat Galerisi tarafından, eserleri “uygunsuz” bulunduğundan iptal edilmiştir.
İlişikte örneklerini gördüğünüz Cihanoğlu’nun resimlerinin, hangi gerekçelerle sergilenmelerinden kaçınıldığını anlamamız mümkün değildir.
Son dönemlerde giderek artan anti-demokratik, sansürcü, anti-laik ve sanatsal özgürlükleri budama yanlısı bir tavrı, UPSD (Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği) Türkiye ayağı yönetimi olarak anlamamız mümkün değildir.
Giderek artan baskıcı ve özgürlük karşıtı zihniyetlerin arzu ettiği doğrultuda “kraldan fazla kralcı” bir “döneme uyum” çabasının, çağdaş sanat ortamımızda yeri olamaz.
Bu güne kadar, çağdaş Türk sanatına olumlu katkılar yapmış Terakki Vakfı Galerisi’nin, sanatı ve sanatçıyı rencide eden bu kararını ciddi üzüntü ile karşılıyoruz. Sonuçta eğitim yaşındaki her çocuk da, galeri ve Müze sergilerine bireysel veya toplu olarak gidiyor. Bu ziyaretlerde insan vucudu veya cinsellikle uzaktan da olsa ilişkili hiç bir şey görülemeyecek olsa, hiçbir okul ne Louvre Müzesini ne Pompidou Müzesini gezemezdi… 
Sanat galerileri ve sanat merkezleri, her şeyden önce, yapıt ve sanatçı eserlerini sergileme kararlarını, kesinlikle sanatsal değerleri ön planda tutarak almaya mecburdurlar. Siyasal tutucu akımlar ve her türlü “ mahalle baskısı”na boyun eğen bir zihniyet, çağdaş sanatı Türkiye’ye taşıma ve savunma gibi önemli bir rol üstlenen platformlardan biri olamaz. Bu vesileyle, yalnız Terakkiş Vakfı Sanat Galerisi’ne değil, tüm sanat galerileri ve sanat merkezlerine bir defa daha, sanatçıların özgür iradeyle oluşturdukları yapıtlarında, sansür edilecek öğeler aramak ve bulmak gibi tehlikeli anlayışlardan uzak durmalarını rica ediyor ve sanatın toplum adına ışık taşıyan öncü kimliğini bir defa daha vurguluyoruz.

26.01.2009                                                                                        
Saygılarımızla 
UNESCO AIAP 
TÜRKİYE ULUSAL KOMİTESİ
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği
Başkanı            
Bedri Baykam 

Yönetim Kurulu
Bahri Genç 
Safiye Mine Erdurak   
Ayşe Erel   
Prof. Tülin Onat
Hülya Küpçüoğlu   
Melik İskender   

_____________________________________


‘Çocuklar için uygunsuz’ resim tartışmasıRessam Barış Cihanoğlu’nun, Terakki Vakfı Sanat Galerisi’nde 29 Ocak’ta açmayı planladığı resim sergisinin iptal edildiği açıklandı
YASEMİN BAY

 Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD)Türkiye ayağı yönetim kurulunun yaptığı açıklamada Barış Cihanoğlu’nun eserlerinin ‘uygunsuz’ bulunduğu gerekçesiyle sergilenmediği ifade edilerek, bu durumun baskıcı bir zihniyeti işaret ettiği belirtildi. 

Vakıf: Şiddet ve cinsellik var
Terakki Vakfı adına yapılan resmi açıklamada ise söz konusu resimlerin ‘aşırı’ şiddet ve cinsellik barındırdığı için sergilenemediği vurgulandı:
 “Galerimiz okulun içinde. Misyonumuz gereği tüm sergilerimizi 4-19 yaş arası çocuklarımız görüyor. Yapılacak serginin içeriği tamamen şiddet ve cinsel ağırlıklı. Okul galerisi olduğumuz için çocukların etkileneceğini düşünerek tereddüt yaşadık. Rehberlik servisimiz de eğitim psikolojisi açısından çocukların etkilenebileceği görüşüne vardı.”

Ressam: Anlam veremedim  
Ressam Barış Cihanoğlu, sergisinin iptal ediliş nedenine anlam veremediğini söyledi: 
“Sergi için 35’e yakın resim hazırladım. Son aşamada sergiyi yapamayacaklarını söylediler. ‘Bu sergiyi açarsak çok tepki alır ve biz o tepkiyi göze alamayız, farklı yere gider’ denildi. Ben Terakki Vakfı’na karşı değilim, modern ve çağdaş bir çizgisi var ama bir şekilde bu sergiyi göze alamadılar. Onlar bu resimlerde şiddeti görüyor ama bence yok; tabii ki aykırı. Zaten ben sıradan bir şey yapmak istemiyorum. Çocuklar her gün internette daha ağır şeylerle karşılaşıyor.”

“TASTE OF LUST” In Piramid Sanat! 7th March – 26th April 2011

Important figures of Turkish Contemporary art; Şükran Moral, Bedri Baykam, Taner Ceylan, Barış Cihanoğlu, Bahri Genç, Deniz Gökduman, Mustafa Karyağdı, Temür Köran, Burhan Kum and İlke Kutlay coming together with the exhibition named “Taste of Lust”.

How much will the 10 artists’ performances trying to reach the “Taste of Lust” through different scents, tissues and scenes will be able to arouse the impulse of lust or love, eroticism, pornography and flirting roaming in lust?

To find the answer for this question, it is necessary to see the exhibition between 7th March – 26th April 2011 in Piramid Sanat, curated by Bedri Baykam!

Do you think that does anybody offer a better exhibition alternative as we approach spring?

A selection of Baykam’s lines presenting the exhibition;

Woman is the secret architect and mistress of lust... The complete event’s transparently invisible heroine. From the moment of first fire, triggering the whole thing to the final result, it doesn’t change. The moment of lust establishes a mysterious field that protects a great freshness until the first enchanted order falling into the brain from the outer stimulation. One of the key questions of the area covered by this field is: Is Orgasm the 6th sense? Since it is definitely different compared to the five senses, I think the answer is “yes”. Undeniable coalescence of libido and artistic creation carry anarchist and avant-garde spirit in its body. If Libido is the gear lever used by lust, tissues fed by it have the opportunity of achieving creativity through the shortcut. 
Lust madness and lust drunkenness is an attractive duo. Reflecting this taste is a joy that can be completed in soft or “hard” ways as it is desired.
Taste of lust, both sweet and bitter… is liquid, grainy, and the forbidden apple, and the God’s command at the same time. Now the time is for capturing, presenting, exposing in spite of self!

Exhibit is an empty act as you don’t visit, spread, announce it. For this reason, you’re urgently expected to experience the “Taste of Lust”...



“ŞEHVETİN TADI” Piramid Sanat'ta! 7 Mart - 26 Nisan 2011

Türk Çağdaş sanatının önemli isimlerinden; Şükran Moral, Bedri Baykam, Taner Ceylan, Barış Cihanoğlu, Bahri Genç, Deniz Gökduman, Mustafa Karyağdı, Temür Köran, Burhan Kum ve İlke Kutlay “Şehvetin Tadı” isimli sergi ile bir araya geliyor.

"Şehvetin Tadı"na farklı kokular, renkler, dokular ve sahneler üstünden ulaşmaya çalışan 10 sanatçının işleri, izleyicilerde de şehvetin ya da onun içinde gezinen aşk, erotizm, pornografi veya güçlü flört dürtüsünü ne kadar uyandırabilecek?

Bu sorunun yanıtını alabilmek için küratörlüğünü Bedri Baykam’ın yaptığı sergiyi 
7 Mart - 26 Nisan 2011 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta gezip tozmak gerekecek!

Bahara girerken bundan daha iyi bir sergi alternatifi sunan var mı dersiniz?

İşte Baykam'ın sergiyi sunan satırlarından bir seçki;

Kadın, şehvetin gizli mimarı ve patroniçesidir... Tam olayın saydam görünmez kahramanı. İlk ateşin tüm olayı tetikleme anından, nihai sonuca kadar bu değişmez. Şehvet anı, dış tahrikten beyine düşen ilk tılsımlı emre kadar muhteşem bir tazelik koruyan esrarengiz bir saha oluşturur. Bu sahanın kapsadığı alanın en kilit sorularından biri de şudur: Orgazm, 6. duyu mudur? Beş duyudan kesin farklı olduğuna göre, bence bu sorunun yanıtı "evet"tir. Libido ve sanatsal yaratımın reddedilemez beraberlikleri anarşist ve avangard ruhu da bünyesinde taşır. Libido, şehvetin kullandığı vites kolunun adı ise, onun sayesinde beslenen dokular, yaratıcılığa kestirme yoldan ulaşma imkanı buluyorlar. 
Şehvet çılgınlığı ve şehvet sarhoşluğu çekici bir ikilidir. Bu tadı yansıtmak, isteyenin soft, isteyenin "hard" yolu seçerek tamamlayabileceği bir keyiftir.
Şehvetin tadı, hem şekerli, hem acı... Hem akışkan, hem pütürlü, hem yasaklı elma, hem de Tanırı'nın buyruğudur. Şimdi sıra o tadı kendine rağmen zapt etmeye, sunmaya, teşhir etmeye gelmiştir!

Teşhir, sizler onu gezmedikçe, yaymadıkça, duyurmadıkça, bomboş bir eylem olarak kalır. Bu nedenle, acilen "Şehvetin Tadı"nı almaya bekleniyorsunuz...



SAD BUT PLEASE COME IN!

Barış blemishes the structure of the reality’s fiction,ironically with the reality itself. The scenes he handles with a strong sense of figure and pattern are the reality itself or the opposite. He continues picturing the crowds. He shows the “desolates in the crowd”. He narrates tales about people. Little bodies flopping in the life’s daily routine …

Officious,anxious,brisk for the self… Ugly ones with beautiful insides,and beauties with ugly insides…

Barış has a style that will tak ehim to the place he tries to reach measurelessly with his instincts and he paints without having the worry of repeating. With this aim,some of the images he used are replaced by others. Since his personal exhibition he performed in 2007,leaving the idea of emulating the reality,he improved the accent of the theatrical side of his compositions. So here it is,a single scene life game,served with masks on faces;a show!

Barış Cihanoğlu,gives the feelings that he wants to give with shape,by making the look find it strange. He explicates the line personally and makes thick contours, reveals the form more,  and so his expertise in the pattern. Pattern comes first,more important than oil painting and the color. By his expression, he paints with an apprehension  “thinking with the pattern, colouring the pattern”. And his act of not being realistic in the choice of colors,is the exact opposite of the shocking reality of expressions of the anatomic figures,mimics and stances. The narrated thing is in the ordinary of the daily. This combination has an unnoticeable impact on the viewer at first sight.

Brush strikes are determinant in the scenes he fictionalizes with the same color’s tones. With the strikes flowing in the opposite direction, he makes the viewer realize the contrast. Some areas which seem to be painted crude or casually actually points the spot where the process will end. From place to place he engraves, erases, repaints ; corrupts. Maybe he covers a composition that he didn’t like before but it’s a fake coverage. The sub layer lives in the composition as shadows. While the observing eye is trying to write the story with the clues from the upper picture’s awareness, he/she is obliged to dig the surface like an archeologist. The deleted exists even with its absence.

He moves with the references he got from the history of art,consciously in the aim of getting beyond what’s caused him to learn by heart. This is a very hard way for the understanding which couldn’t leave figure. But Barış, so to say has put his heart to this.

In his paintings, the concept of game is a simple contact to life itself’s game likeness. A game of life and death! In this case, at most the guy’s woman that he made a toy and carry in his hand,is his wife. And no one knows while you’re trying to write the story in your head where does the game card come from in a composition of armed, and black sunglass wearing guy and a character who you never know what’s he/she doing there,maybe a tribute to life’s game likeness or being a gamble.

Complicated relationships are hard… A naked and shabby woman, and a guy with a large moustache molesting her by hand in front of her and a cynical guy’s shadow behind her…  Confusion which can be clearly read from her face, and an expression of helplessness… The game card is there again… Sheepish people’s tragedy on the scene !

A picture inside the picture. Dilemma of the woman looking at the picture. The third eye observing her. We’re all pieces of the same paradox!

Disjointed from each other but gathering in the same composition,figures touch each other jauntily. Hands reach from beneath. In some scenes even the hands’ owner is anonymous, whose hand,on whom !

Barış’s main aim is to paint more than telling about something. He makes the picture and he is always watching you aside. Maybe he is satisfied with anxious faces. “The tale told there is yours!” Although he doesn’t have an aim to dictate, he already entered the inevitable narration of the existent,by painting the picture. With a tribute to Jean Baudrillard – His real subject is not that he painted,it’s the act of painting itself. He paints just because painting is necessary.

He pushes back the worries of being liked and being adored,he stands by his intimacy until the end. He doesn’t care if it fits or not,and he tells that too! This intimacy of his words while he’s explaining te reason of his behhavior is an intimacy which is connected to his style and similar with his character. Besides social inconveniences, personal obsessions, restrained sexual desires, subconscious discomforts hidden in the details, opens endless areas to those who know how to read it. He shows those areas which need courage to enter without hesitation. He doesn’t care about where he’s going,he arrives at his destination,and he will.

Rather than being loved and admired by the majority, he wants to be “held” fanatically by the minority. And he believes that nature of art has the massive power to create it,with all his heart. He cares about the concept “cult” which appears in our minds “positively” rather than that today which’s changed by cultural codings,to describe “negative”. He chases an art to be a “cult”. In this meaning of cult, there’s no mean of being funny. Without making it funny, owning the “local mouth” ,his voice is a voice from inside. I formerly described him with the words “Barış’s pictures calls back the tragic one, while showing the small and selfish lives caught in the daily and routine, alienated subject, routine , insensitivity with the exact opposite of lively colors and big moves”. He stil has the courage to say that “life is full of pain” without hesitation and he calls you to the stage.

Elif Dastarlı

ACI AMA SİZ YİNE DE BUYURUN!

Gerçeğin kurgusunu ironik biçimde gerçeğin kendisiyle yapıbozuma uğratıyor Barış. Kuvvetli desen ve figür anlayışıyla kotardığı sahneler, gerçeğin ta kendisi ya da tam zıddı. Kalabalıkları resmetmeye devam ediyor. “Kalabalıklar içindeki yalnızları” gösteriyor. İnsana dair hikâyeler öykülüyor. Hayatın günlük rutini içinde debelenen küçük bedenler… Müdahaleci, tedirgin, kendince uyanık… İçi güzel çirkinler, içi çirkin güzeller...
Sezgileriyle hesapsızca varmaya çalıştığı noktaya kendisini götürecek bir üslubu var Barış’ın ve tekrara düşmek endişesi taşımadan resim yapıyor. Bu amaçla, dünden bugüne resmettiği imgelerin bazıları çıkmış, yerlerine yeni başka formlar girmiş. 2007 yılında gerçekleştirdiği kişisel sergisinden bu yana gerçeğe öykünmek fikrinden giderek uzaklaşarak kompozisyonlarının teatral yönüne vurguyu arttırmış sanatçı. İşte karşımızda, yüzlerde maskelerle sunulan tek perdelik bir hayat oyunu; bir gösteri!
Barış Cihanoğlu, bakışı yadırgatmak yoluyla aktarmak istediği duyguları biçimiyle de verir. Çizgiyi kendince yorumlayarak kalın konturlar haline getirir, formu daha da ortaya çıkarır. Desendeki ustalığı da ortaya çıkar böylece. Onun için desen, yağlıboya resimden de renkten de önce gelmektedir. Kendi tabiriyle “desenle düşünen, deseni renklendiren” bir anlayışla resim yapar. Renk seçiminde realist davranmaması, anatomik figürlerin ifadeleriyle, mimikleriyle, duruşlarıyla oluşturdukları çarpıcı gerçekliklerin tam zıddıdır. Hikâye edilen günlük olanın sıradanlığındadır. Bu bileşim, ilk bakışta farkına varılamaz bir etki yaratır izleyende.
Aynı rengin tonlarıyla kurguladığı sahnelerde fırça vuruşları belirleyicidir. Ters yöne akan darbelerle zıtlığın farkına vardırır. Resimlerinde kaba, üstünkörü boyanmış izlenimi veren kimi alanlar sürecin varacağı yeri işaret eder. Yer yer kazır, siler, tekrar boyar; bozar. Belki daha önce yapıp beğenmediği bir kompozisyonun üstünü kapatır ama yalan bir kapatmadır bu. Alt katman gölgeler halinde yaşar kompozisyonda. Bakan göz, üstteki resmin farkındalığına varmak için ipuçlarından hareketle hikâyeyi yazmaya çaba gösterirken, yüzeyi arkeolog gibi kazmak zorunda bırakılmıştır. Yokluğuyla bile vardır silinmiş.
Kendine belletilenleri bilerek aşma çabasında sanat tarihinden aldığı referanslarla hareket eder. Bu, figürden kopmamış bir resim anlayışı için oldukça zor bir yoldur. Ama Barış, tabiri caizse bu yola baş koymuştur!
Oyun kavramı hayatın kendisinin oyunsuluğuna dair basit bir değindirmedir onun resminde. Bir ölüm kalım oyunu! Bu durumda, adamın elinde oyuncak yapıp gezdirdiği kadın karısıdır olsa olsa. Silahlı, kara gözlüklü bir adamla kim ve neden orada olduğunu bilmediğimiz bir karakterin hikâyesini yazmaya çalışırken siz, aradan karşınıza çıkan bir iskambil kartı, hayatın oyunsuluğuna mı kumar oluşuna mı gönderme yapar, bilinmez.
Çapraşık ilişkiler zordur… Çıplak ve pejmürde bir kadın, önünde eliyle onu taciz eden bir pala bıyıklı ve arkasında sinik bir adamın gölgesi… Kadının yüzünden okunan bir şaşkınlık, çaresizlik ifadesi… İskambil kartı yine devrede... Perdede ezik insanların trajedisi!
Resim içinde çerçevesiyle bir resim. Resme bakan resimdeki kadının açmazı. Ona bakan üçüncü göz. Hepimiz aynı paradoksun parçalarıyız!
Birbirinden kopuk ama aynı kompozisyonda birleşen figürleri birbirlerine fütursuzca dokunur. Arkadan uzanır eller. Kimi sahnelerde elin sahibi belli bile değildir; kimin eli kimin üstünde!
Barış’ın derdi anlatmaktan çok önce resim yapmaktır. Yapmış ve kenardan sizi izlemektedir. Tedirgin olan yüzlerden tatmin olmaktadır sanki. “Anlatılan senin hikayen!” Her ne kadar dikte etmek gibi bir amacı olmasa da resim yapmış olmakla, var olanın kaçınılmaz anlatımına girişmiştir bile zaten. -Jean Baudrillard’a göndermeyle- Onun gerçek konusu resmini yaptığı şey değil boyama eyleminin kendisidir. Yalnızca boyamak gerektiği için boyamaktadır.
Sevilmek, beğenilmek gibi kaygıları iyice geri plana iterek samimiyetinin sonuna kadar arkasındadır. “Uysa da uymasa da...” yapar Barış ve bunu söyler de! Bu tavrının nedenini açıklarkenki kendi kelimelerinin samimiyeti, karakteriyle özdeş şekilde üslubuna sinmiş bir samimiyettir. Toplumsal rahatsızlıkların yanı sıra kişisel obsesyonlar, bastırılmış cinsel dürtüler, ayrıntılarda saklı bilinçaltı huzursuzlukları, okumayı bilene sonsuz alanlar açar. Girmenin cesaret istediği bu alanları da çekinmeden gösterir. Nereye gittiğinin hesabına düşmez, varacağı yere varır; varacaktır da.
Çoğunluk tarafından sevilmek, takdir edilmek değil, azınlık tarafından fanatikçe “tutulmak” istiyor Barış. Bunu yaratacak kütlesel gücün resmin doğasında olduğuna da yürekten inanıyor. Her ne kadar son zamanlarda değişen kültürel kodlamalarla “olumsuz”u tanımlamanın aracı olsa da zaman bakımından nostaljik bir boyuta sahip ve kesin tanımı yapılamasa da “olumlu” atıflarla bilincimizde beliren bir kavram olarak “kült” kavramını önemsiyor. Kült olacak bir sanatın peşinde. Kült olmaktan kasıtta komiklikten eser yok. Gülünçleştirmeden, “halk ağzı”na sahip çıkan, içerden bir ses onunki. “Barış’ın resimleri, günlük olana kendini kaptırmış küçük ve bencil hayatları, yabancılaşmış özneyi, rutini, duyarsızlıkları en zıt biçimde canlı renklerle, büyük hareketlerle gösterirken trajik olanı geri çağırır.” sözleriyle tarif etmiştim onu. Hayat acılarla dolu deme cesaretini çekinmeden göstermeye devam ediyor ve sizi sahneye davet ediyor.

Elif Dastarlı


KLASİK OTOMOBİL DERGİSİ

CİHANOĞLU BARIŞ RÖPÖRTAJI


Başarılı genç ressam Cihanoğlu barış ile söyleşi,

Barış Cihanoğlu’nu,  İstanbul da açtığı ses getiren kişisel sergilerinden ve katıldığı sanat organizasyonlarından tanıyoruz. Yaklaşık 11 yıldır profesyonel olarak resim yapıyor ve sadece resimle hayatını kazanıyor. Genç sanatçımızla yaptığımız sohbeti siz sanatsever dergi okurlarının ilgisine sunuyoruz…

Editör, Bülent aydın: Barış bey merhaba, bize biraz kendinizden bahsedermisiniz, nerede doğdunuz, hangi akademiden mezunsunuz?

Barış Cihanoğlu: merhabalar, ben 1975 Ankara doğumluyum tüm hayatım ankaranın kendine has melankolik atmosferi içinde geçti, bir öğretmen ailesinin en küçük çocuğuyum. lise hayatından sonra yetenek sınavıyla, tek tercihim olan resim bölümünü kazandım, oradan 1999 yılında resim bölümü başarı ödülü kazanarak mezun oldum, bu kariyerimde ki ilk ödülümdür daha sonra çeşitli yarışmalarda 8 adet daha ödül kazandım. Okul bittikten sonra ise master programını kazandım bir süre devam ettikten sonra orda mutsuz olduğumu hissettim ve kendimi tamamen resime adamak ve hiçbir şeyi onun önüne koymamak için master programını kendi isteğimle yarıda bıraktım.Bu önemli bir karardı verdiğim çünkü ben hayatta odaklanmanın önemine inanıyorum ve o gün bu gündür paletimi hiç kurutmadım ve sadece resime odaklanarak  bugünlere geldim. Bu kararımın üstünden tam 11 yıl geçti ve ben bu kararımdan dolayı hiç pişman olmadım.

B.A:  Ülkemizde sadece resimle var olmak nasıl bir şey sizce ve bunu genç yaşta başarmak çok kolay olmasa gerek.

B.C: Sadece resim üreterek yaşamak, yani  ‘’ gerçek ressam ‘’ olmak, hem de bunu sadece ‘’ kendine tutunarak ‘’  başarmak elbette çok zor oluyor, zaten bu yüzden özel bir durum,  Bu her şeyden önce sarsılmaz bir irade ve tutku gerektiriyor, ilk önce içinizde bunu başaracak kütlesel bir güç ve karanlığa doğru adım atacak cesaret olmalı. Ben bu olağan üstü zor durumu ve yalnızlığımı bir şiirimdeki şu sözlerimle özetliyorum ‘’ Arkam da yine kendim, bana yaslanıyorum, ne zaman düşecek olsam kendime tutunuyorum.’’  İşte bu anlayışım bana, en zor anlarım da dahi aslında sadece kendime tutunmam gerektiğini hatırlatıyor.

B.A: Bu hayat görüşünüz ve seçimlerinizin resimlerinize yansıması nasıl oldu sizce?

B.C:  Bence resim yapılan bir şey değildir zaten, yaşanan bir şeydir! Yani siz hem ressam hem başka bir kimlik olamazsınız, çünkü sanat bedel ister ve bu bedeli almadan size asla kapıların aralamaz. İşlerinize doğrudan yansır zaten yaşamınız ve hayata bakışınız, tuval aslında bir aynadır sizde ne varsa oraya yansır. Resimsel problematiğe ürettiniz çözümler kadar sanata yaklaşırsınız ve aynı zaman da sanat yürek izinizi sürmektir bir bakıma,  yürekte ne varsa izi de onu bırakır yaptığınız işlere. Ben evrenin bir denge de kurulduğuna inanıyorum, bunun  şifre kodu ise artı ve eksidir. Her artı aynı zamanda bir eksidir yani bunun tam tersini de düşünebiliriz her eksi aynı zamanda bir artıdır, ben yaşamımı şekillendirirken yaptığım seçimlerle toplumsal normlara göre eksiyi seçmiştim. Çünkü akademik  kariyeri terk etmiş ve sonu belli olmayan yolu seçmiştim işte tam bu nokta da aslında ben eksinin yanındaki artıyı kazanmıştım o artı ise, kimseye hesap vermeden sadece ressam olma ve yaşama mutluluğuydu.

 B.A: Peki bulunduğunuz noktayı nasıl yorumluyorsunuz, sizce başarılı oldunuz mu?

B.C: Başarılı olma göreceli bir durum, ben seçimlerimi yaparım ve ona göre yaşarım bu felsefemin gereğidir. Her şeye rağmen sanat diyebilmek ve bu yolda yürümeye çalışmak bile bana göre en büyük başarıdır ben bunun keyfini ve bilinmezliğini  yaşamayı seviyorum. Sanatçı duruşuyla vardır bunu kaybettiğiniz zaman geriye ne kalır,  benim  ‘’ sipariş aşklarla ‘’  işim olmadı hiç ya da sonunu bildiğim kitabı  açıp okumadım, macera ve keşfetme duygusu bizim en derinlerdeki en eski güdümüzdür onu yitirmeden yaşamaya çalışmalıyız bence. Başarıya nerden ve nasıl baktığımız da çok önemlidir hayatta, mesela benim sanat yolun da yürürken paranın ötesinde kazanımlarım güçlü dostluklarım oldu ve sanatımla insanların yüreklerinin en tenhalarına dokundum işte bu benim başka büyük başarımdı. İtalyan şairi ve düşünürü Ugo Foscola derki ‘’ İnanımı satmış gerçeği yokumsamış ve zekamı ticaret malı yapmış olsa idim sanırmısınız ki daha itibarlı ve rahat yaşamazdım.! ‘’ işte bu derin sözler bir sanat erinin dayatılan toplumsal normlarla anlaşılamayacak derin duyarlılığını ve buna karşı duruşunu tarif edişidir. Altına imzamı attığım bir söylemdir. Sanat yolcusu idealini kaybetmeden yaşamalıdır bence , her şeye rağmendir zaten, sanatçılık, öbür türlüsü ancak, tüccarlık olabilir.  Bu yolda yürürken tabi ki somut göstergelerle motive olmanız da şart bunun için ekstra mücadele etmeliyiz bu yadsınamaz bir gerçek ve profesyonelliğin de gereğidir. Ben de tabi ki bunun için çok uğraştım ve bunun sonucunda da, Bu güne kadar 8 kişisel resim sergisi açtım, sayısız karma sergilere katıldım,İçlerinde çok ciddi ödüllerinde olduğu toplam dokuz adet resim ödülü kazandım ve birçok ulusal ve uluslar arası organizasyona davet aldım, üç adet yurt dışı altı kez yurt içi fuar ve sanat organizasyonuna da işlerimle katıldım.Kişisel olarak katıldığım 2009 yılı contemporary istanbulda en çok resim satan ressamlardan biri oldum.  Hakkımda birçok gazete dergi ve sanat bülteninde yazılar söyleşiler yapıldı. Amerika, ingiltere, fransa, hollanda, polonya, moldova vs ülkelerdeki özel sanat kolleksiyonlarında resimlerim yer almakta, ülkemizin seçkin birçok kurumsal ve özel koleksiyonlarına da resimlerimle girdim. Belki buradan bakarsak başarıya, başarılı sayılabilirim sanırım.

B.A: Bizlere resimsel dilinizden ve ele aldığınız meselenizden bahseder misiniz, nedir sizi resim yapmaya iten neden?

B.C: Bir az öncede söylediğim üzere ben resim yaşıyorum! Ben resimlerim de bilinçaltı oluşumlarımı dünyaya baktığım pencereden dışarı bırakıyorum en içsel duygularla algıladığım gerçekliği kişiselleştirip size tekrar sunuyorum onlar artık benim gerçekliğim oluyor ve  bunu sizle paylaşıyorum. Ben hayatı,  katmanlarını ve ötekileri resmediyorum, bu  modern hayatın ve oradaki herşeyin resmi. İnsana ait tüm açmazları, çıkmaz sokakları resmediyorum ben özünde  bu yaşamın resmi,  işte tam bu yüzden yaşam kadar ‘’ gerçek ‘’ yaşam kadar sarsıcı. Benim resimsel bakışımı sanat eleştirmeni Elif dastarlı şöyle tarif eder ‘’ Barış’ın derdi bir şey anlatmaktan çok önce resim yapmaktır. Yapmış ve kenardan sizi izlemektedir. Tedirgin olan yüzlerden tatmin olmaktadır sanki.‘’anlatılan senin hikâyen! ‘’  jean baudrillarda göndermeyle – onun gerçek konusu resmini yaptığı şey değil, boyama eyleminin kendisidir, yalnızca boyamak gerektiği için boyamaktadır. ‘’   Ben ressam olarak size bir iddiada bulunuyorum işte bu iddiayı ispatlamak içinde resim yapıyorum. Her iddia gibi bunun da ispatlanma yükümlülüğü var zaten ben bunu ispatladığım anda siz beni sanatçı sıfatıyla anarsınız tüm mesele budur,  sanatçılık atfedilen bir değerdir çünkü, kimse kendine sanatçı deme lüksüne sahip değildir. Ressam ve eleştirmen Bülent aytaç dostum  ise benim resimsel yaklaşımım için şu kritiği yapar ‘’ Cihanoğlu’nun resimleri anlık bir görüntüyü aktaran gözün değil, gözlemlemiş ve sorgulamış bir usun eseridir. Geniş bir görüşün, sosyolojik bir kitabın manzarasıdır resimleri. Toplumsal çatışmaları, çelişkileri, uzlaşmaları yansıtır fakat o, resmi konuya da kurban etmez.

Saygı duyulacak bir sabır ve disiplin içinde yaptığı bu çalışmaların sebebi büyük bir ressam olma hırsı değildir. Kanımca tüm bunların altında yatan sebep onda ki derin resim sevgisi ve ustalara duyduğu saygı ve hayranlıktır ‘’

Ben aynı zamanda resimlerimle kavram olarak ‘’ normalleşme’’ kavramını ve ‘’ normalin ‘’ dayatılmasını sorguluyorum. İnandığımız değerlerin gerçekliğini ve öğretilerin doğruluğunu tersyüz ediyorum. Normali sorgulayış ise yanlış giden düzene karşı bir başkaldırıdır, bize sunulan normal durumlar aslında  ‘’anormal ‘’  diyorum ve özünde şunu söylüyorum,  siz ‘’ normalleşin ‘’ ben böyle iyiyim.

Resimlerimde verdiğim dolaylı mesajla, izleyiciye resimlerdeki alt metinlerimle bu grift çarpık ilişkilere bir kez de buradan bakın diyorum. Onları görünenin ardındaki gerçeklikle yüzleştiriyorum.

B.A:  Bildiğimiz kadarıyla ulusal ve uluslar arası birçok başarıya imza attınız, peki ülkemizdeki sanatseverlerin ve kolleksiyonerlerin size bakışı nasıl?

B.C:  Ben yapı olarak değişime inanırım hiç bir şey yapmadan olduğu yerde duran bir taş bile zamanla yosun kaplayıp veya çatlayıp başka bir şekle dönüşürken,  bir sanatçının değişim ve resimsel evrilmeye karşı durması imkânsızdır. Bunun gereği olarak ta benim resimlerimde hep bir eksiltme ve çoğaltma yani bir evrilme vardır ve bu değişim bir sanatçının ödevi olmalıdır. Ülkemizde izlediğim çoğu ressam bu doğal döngüye sırt çeviriyor ve beğenilen ve ‘’ tutulan ‘’ resimlerinden çok sayıda üreterek arayışını bırakıyor ve sonuç olarak bir fasit dairede kendini tekrar ederek kayboluşa sürükleniyor. Heraklitos ‘’ aynı nehirde iki kez yıkanılmaz ‘’  diyor ve diyalektik felsefenin oluş ve değişim üstüne kurulan doğal sürecine işaret ediyor. Bunun farkında olarak üreten bir sanatçı ise çoğu zaman zorlukları göğüslüyor, anlaşılamama ve alıcı ile aynı frekansı yakalayamama riskini taşıyor ama her zaman sanatçı alıcıdan ve toplumdan en az bir adım önde olmalıdır,  asla hoşa gitme ve anlaşılma kriterini en başa koymamalıdır. Bence  en başta işlerini üretirken namuslu davranmalıdır işi ucuzlatacak ve sanatın ruhunu kirletecek kısa yolları seçmemelidir, sanatçı olmanın etik kurallarından biri de budur. Fakat siz bunu yaparken tam tersini tercih edenler sizden daha kolay satabilirler işlerini veya ilişkilerle çok kolay ve hızlı yükselebilirler bu da bir seçimdir  ama bu hiçbir zaman orada daha uzun süre kalacaklarının garantisi değildir. Bu gibi durumlar beni üzse de asla yolumdan çevirmiyor, ben uzun yolun doğru yol olduğuna inanıyorum ve bu yolda yürümekte kararlıyım. Tabi ki kısa vade de bunun zorluklarını da yaşıyorum sanat alcısı ile karşılaşmalarım daha sorunlu oluyor, zira algılarını zorluyorum onların, hoşa gitmekten öte bir davam var benim, resimlerimle gelecekten bir şeyler fısıldıyorum kulaklarına,  bu tanıdık olmadıkları sesi duymak ise onları çoğu zaman ürpertiyor ama bu aynı zamanda farklı bir avantaj da sağlıyor. Çünkü artık insanlar şaşırmayı da istiyor ve bu onları mutlu ediyor çoğu zaman.

Kolleksiyonerlerle tabiki doğrudan veya dolaylı olarak karşılaşıyorum beni tanıyorlar genel de ismim veya işlerimden dolayı, ya bir resmimi almışlar zamanında ya da  fuarlarda karşılaşmışız ama bazen ilk defa tanışıyoruz ve dediğim gibi bu karşılaşmalar sürprizlerle dolu oluyor.  Ben ilk resmimi 1996 yılnda henüz okurken satmıştım o zaman tabiki daha farklı bakıyordum sanata ve profesyonelliğe, o günden bu yana ürettiğim işlerimin yarsından çoğunu  vermişim bir yerlere,  son yıllarda ise gittikçe yükselen bir grafikle resim satıyorum, tabi bu demek olmuyor ki her şey yolunda ve hayatım çok kolaylaştı, sadece görece daha iyi demek istiyorum.  Son katıldığım 2009 Contemporary İstanbul fuarında, sergilediğim tüm işlerimi çeşitli kolleksiyonerler aldılar, sanırım 2009 contemporary de en çok resimi alınan  ressamlardan biri ben olmuşum, bu benim içinde sürpriz oldu,  aslında bu kadar yoğun talep olması sevindiriciydi benim için. Bu tip gelişmeler ise resimlerimin satış fiyatlarını reel piyasada belli bir oranda yükseltiyor,  amacım doğru ve yükselen bir grafik çizmek bu süreçte.  Bir başka sevindirici bir durum ise artık genel olarak alıcılar genç yeteneklere daha çok önem veriyor,  çünkü biliyor ki  artık herkes, zamanın da alınan doğru bir eser kadar hiçbir yatırım sizi mutlu edemez. Son beş yıldır şahit olduğum durum bu, insanlar artık klişe olmuş isimlerin yanında yeni ve gelecek vaat eden isimleri de görmek istiyor, bu sevindirici bir haber hepimiz için. Bence şuan erken davranan bilinçli bir alıcı 10 yıl sonra bu piyasanın en değerli koleksiyonuna sahip olabilir, zira günümüzde artık 1 yıl bile çok şeyi değiştirebiliyor! Önemli olan zamanında doğru sanatçıyı keşfetmek ve bu şekilde onun en zor anlarında hem ona destek olmak hem de onun var olmasına yardımcı olarak aslında kendi kolleksiyonunu da var etmek olmalı. Bu olması gereken bir döngü ve en sağlıklı yol bence. Bir üst boyutu ise bu ilişkinin, sanatçılarla kurulan direk ve onları destekleyici nitelikteki olanı dır, bu karşılıklı olarak en yüksek verimin alınabilmesi için en doğru yol bence.

B.A:  Sn: Cihanoğlu sizce karşılaştığınız kolleksiyonlar içerik ve sanatsal çeşitlilik olarak ne durumda?

Bir gözlemimi de sizinle paylaşmak isterim bu sorunuza binaen,  beni üzen bir konudur bu esasında, hem de çok sık karşılaştığım bir manzara bu ülkemizde, içlerinde yüzlerce resmin olduğu kolleksiyonlar da dahil olmak üzere çoğu kolleksiyonerin maalesef kolleksiyonlarının en az yüzde ellisi gerçekten çok basit ve değersiz heykel ve resimlerden oluşuyor izleyebildiğim kadarı ile. Bunun sebebi ise genelde kolleksiyonerlerin derinlemesine resim bilgisi ve zevki olmadan salt  ‘’ klasik estetik ‘’  beğeni ile resim, heykel almaları veya spekülatif olarak adı ön plana çıkarılan ama aslında sanatı adından çok daha gerilerde olan sanatçılara yönlendirilmeleri  ‘’sanat simsarları ‘’ tarafından,  sonuç olarak her iki durumda da sonuç maalesef istenilen gibi olmuyor. Olan türk sanatına oluyor, buradaki sıkıntı sebebiyle de artık  bazı kolleksiyonerler çok daha tedirgin ve seçici olmuşlar,  artık tabiri caizse ‘’yanlış ata oynamak istemiyorlar ‘’  aynı zaman da  buradaki çarpıklık sonucu hem sanat alıcısı parasını yanlış yöne aktarmış oluyor hem de gerçek sanat üreticisi yalnızlığa terk edilmiş oluyor, gerçekte sanata aktarılan paranın zaten kısıtlı oluşu ve birde bunun yanlış yönde kullanılması Türk sanat piyasasına sekte vuruyor. Belki bu durum zamanla sanat alıcısının seçimlerinin ve sanat zevkinin gelişimi ile paralel olarak değişebilir ya da en doğrusu, sanat danışmanlığı sistemi kurumlaşır ve bu kişiler çoğunlukla ‘’ sanat üreten ‘’  insanlardan oluşursa, sanırım bu değindiğim aksaklık da giderilir.

B.A: Sn Cihanoğlu,  merak ettiğim bir konu da şu, siz kendinizi sunarken, neden soyadınızı adınızdan önde kullanıyorsunuz bunun sebebi nedir ve ikinci olarak bize gelecek planlarınızdan bahseder misiniz?

B.C:  Bu durum aslında kendiliğinden oluştu ve sanatsal yolculuğumda zaman içinde kabul gördü, benim isim marka değerime de daha çok katkısı oldu bu haliyle,  zaten resimlerimi cihanoğlu diye imzalarım ben orda da önde soyadım. Ayrıca sanatta soyadı önemlidir, bir çok sanatçının sadece soyadını biliriz  degas, picasso, modigliani vs. Birde barış isim olarak çok olabilir ama Cihanoğlu barış, sadece beni tanımlar veya ben belki de bu haliyle kendimi daha iyi ifade ediyorumdur, yani bir şekilde artık adım Cihanoğlu barışa olarak dönüştü.

Gelecek planlarıma gelince aslında ben geleceğin bugün olduğunu düşünürüm çünkü zaman bir sarmaldır gelecek dediğimiz şeyi biz öyle algıladığımız için bekleriz ben geleceği beklemektense onu şekillendirmeyi seçiyorum ve ‘’ gelecekte en iyisini yapabilmenin yolu bugün elinden gelenin en iyisini yapmaktır ‘’ diyen van gogha katılıyorum. Resimlerimle çıktığım bu yolda gelecek her ne ise ona doğru yürüyorum ve bir gün insanlar şunu demeli resimlerim için, bu resimlerde cihanoğlu barışın yürek izi var.! Tek amacım bu, samimiyetimi koruyarak var olmak.

B.A: Sn: Cihanoğlu sohbet öncesi sizinle konuşurken, aynı zamanda bir klasik araba tutkunu olduğunuzu öğrendim bunu bizimle paylaşır mısınız?

Tabi ki, aslında benim araba sevgim çok sonraları başladı, ta ki şu anda sahip olduğum, 84 model 500 sec v8, coupe Mercedesi görene kadar. İlk görüşte aşk dedikleri bu olsa gerek,  yaklaşık 5 yıl önce tanıdım bu modeli ve hayatımın arabası oldu ondan sonra, hemen her gün resimlerine baktım araştırdım her şeyini, mercedesin o dönemde,  amiral gemilerinden biri olduğunu öğrendim. Her şeyin ötesinde başka bir sevdam oluştu bu araca ve yaklaşık 2 yıl önce ilk fırsatta aldım arabamı. Bu benim ilk arabamdı, herkes benim deli olduğumu söylese de, zira  ( 5000 cc motor ve 250 beygir v8 bir aractan bahsediyoruz :)  ama ben onunla çok mutluyum. Tabiî ki her zaman binemiyorum malum sebeplerden dolayı ama yine de bu aşkım devam ediyor, ilerdeki planımda ise 1970 model bir dodge challenger almak var oda başka bir rüya benim için, umarım bu rüyam da gerçek olur bir gün.

B.A:  Bu keyifli söyleşi için bize zaman ayırdığınız için size teşekkür ediyorum sn: cihanoğlu, bu fırsatla okuyucularımız da sizi daha yakından tanıdılar  ve  size bu sanat serüveniniz de başarılar diliyorum.

B.C: Ben size teşekkür ederim bu söyleşi için, sizin aracılığınızla tüm sanat dostlarına ve dergi okurlarına da sevgilerimi yolluyorum.



  Outlook of a Sociological Book

Between years 1994 and 2007 Cihanoğlu continued his painting works continuously; he lived his University period like an adventurous urban vagabond. Of course except the times he worked about pictures in his workshop.

   He was so hard working and well disciplined like saying something out of spite to alcoholic,idle friends and one night stands. And maybe he was the most and serious working ones. And when telling about this period,it can not be imaginable without telling about the workshop in Becerikli street. The workshop near the Sakarya which is famous with its bars and clubs was a major meeting point for people for many people who were interested in pictures or not. You enter the building by saluting the thinner addicts and if you could find the right door in the musty building without lights, an extremely serious young painter greeted you with a brush in his hand. He was calm,lively,dedicated and well cared. He cared about living in order,clean and didn’t smoke. You’d have met a place in contradiction with the building. It was suıch a rich workshop which will make a carpenter envy. He worked there,lived there and hosted his guests there. He took classical Renaissance,especially Rembrandt as teacher to himself. He didn’t care about the people who said “your pictures are demoded and academical” and he said “I do academical paintings,because this place is an academy”.

In a time everything new is applaused,and avantgardism was overexaggerated,Barış didn’t care about comments saying he’s demoded and he continued painting. He just watched the fashionable one,or let’s call it the modern one.
He doesn’t build his Picture with concepts and hypothesis, he’s just after a strong pattern comprehension. He didn’t have any change on his target in fifteen years I knew him. In opposite,Barış still turns to masters of figure pictures (Rembrands, Raphaello,Velazguez,Goya,Degas etc.) even in today.
In year 2000 he quit the Master program and dedicated himself to painting. He earned his life by instructing painting lessons. Alcoholic friends,night life stayed behind. He tried to prove himself and stand up. It was the time of “how you can make money out of pictures”.  He worked (beautiful) pictures and built a basis for his own pictures. Nudes,landscapes,portraits,deadnatures and any kind of fantastic object that you can imagine… This seductive romantism continued until 2001.

2001 was the year which the painter’s creations’ first examples were made. These pictures which might seem extremely surprising to external viewers were no surprise to me. Barış’s extraordinary past, was put onto the canvas through the depths of his absurd memory. He joined       exhibitions,projects and competitions. From that day to now,he produced more and more. By time his productions grew and became maturated. In his pictures which he reflected city life and city people, gigolos,prostitutes,squatters,foundlings,poor people,ordinary families took place in a theatrical atmosphere.
His pictures are creations of an observed and questioned mind,not the eye which transmits the instant image. He paints with his soul. He is a view of a wide sight,sociological book. He reflects social conflicts,contradictions,agreements but he doesn’t sacrifice the picture for the theme.  He builds up the mainframe of the picture strong. Mostly he doesn’t give credit to a classical perspective. He uses the perspective like a finger showing the direction to the viewer; and by this,viewer enters the picture,escaping the outerness of the single focused classical perspective.
His figures have a “multi meaningfulness” which we saw similar examples in Magritte and Dali’s pictures. For example,when we take a closer and observant look to blouse of a woman which should have a volume,we see that it’s also drawn as the flooring.
All this respectable patient and disciplinary work’s reason is not the ambition of being a great artist. In my opinion the reason lying beneath is his deep love of pictures and deep respect and admiration he has for masters.

                                                                                                                                                                                                                               Bülent Aytaç 2007 ankara


                                                                                                                                                                                                                              

SOSYOLOJİK BİR KİTABIN MANZARASI
1994 ve 2007 yılları arasında kesintisiz resim çalışmalarını sürdüren Cihanoğlu; Üniversite dönemini maceraperest bir şehir avaresi gibi geçirmiştir. Tabii atölyesine kapanıp resim çalışmadığı zamanlar hariç. 
Ayyaş aylak arkadaşlar, tek gecelik aşklara nispet yaparcasına disiplinli ve çalışkandı üniversitede Barış. Belki de en çok ve en ciddi emek verenlerdendi. Bu dönemi anlatırken Becerikli Sokak’taki atölyeden bahsetmemek olmaz elbette. Bar ve gece kulüpleriyle meşhur Sakarya’nın hemen yakınlarındaki atölye, resimle ilgili ya da ilgisiz pek çok insanın buluşma yeriydi. Binaya tinercilere selam vererek girerdiniz ve lambaları olmayan köhne apartmanda doğru kapıyı bulurda tıklayabilirseniz şayet elinde fırça son derece ciddi genç bir ressam karşılardı sizi. Sakin, canlı, gözükara ve bakımlıydı. Sigara kullanmaz, temizliğe ve düzenli yaşamaya dikkat ederdi. Binayla tezat bir daireyle karşılaşırdınız. Bir marangozu kıskandıracak zenginlikte bir atölyeydi burası. Burada yaşıyor, burada çalışıyor, konuklarını burada ağırlıyordu. O dönemler Klasik Rönesans’ı özellikle de Rembrant’ı öğretmen edinmişti kendine. “Resimlerin demode ve akademik” diyenlere aldırmıyor; “akademik resim yapıyorum, çünkü burası akademi” diyordu. Yeni her şeyin alkışlandığı, avantgardizmin göklere çıkartıldığı bir zamanda Barış demode nitelemelerine aldırış etmeden resim yapmıştır. Moda olanı yada çağdaş olanı diyelim sadece izlemekle yetinmiştir.
O, resmini kavram ve kuramlarla kurgulamaz, sadece sağlam bir desen kavrayışının peşine düşmüştür. Bu hedefinden kendisini tanıdığım onbeş yıl boyunca en ufak bir sapma yapmamıştır. Barış, aksine bugün bile hala tekrar tekrar figür resminin ustalarına (Rembrandt, Raffaello, Velazguez, Goya, Degas vb.) dönmektedir.  2000 yılında Master programını bırakıp kendini tamamen resim yapmaya adadı. Hayatını resim dersleri vererek kazanıyordu. Ayyaş arkadaşlar, gece hayatı geride kaldı. Kendini ispatlamaya ve ayakta kalmaya çabaladı. Resimden nasıl para kazanılır dönemiydi. (Güzel) resimler çalışıyor bir yandan da kendi resimlerinin temellerini inşa ediyordu. Nüler, manzaralar, portreler, ölü doğalar ve aklınıza gelebilecek her türden fantastik obje . Bu iç gıcıklayan romantizm 2002 yılına dek sürdü.
2002 ressamın günümüz eserlerinin ilk örneklerinin oluştuğu yıldı. Yabancı izleyiciye son derece şaşırtıcı gelebilecek bu resimler, benim için hiç de sürpriz olmamıştır. Barış’ın sıra dışı geçmişi, absürd belleğinin derinliklerinden tuvale dökülüyordu. Sergilere, projelere ve yarışmalara katıldı. O günden günümüze durmadan üretti üretti. Zamanla eserleri daha da olgunlaştı. Kent ve kentlileri yansıttığı resimlerinde jigololar, kokotlar, züppeler, gecekondulular, sokak çocukları, fukaralar, sıradan aileler, teatral bir atmosferde kendilerine yer buldular.  Onun resimleri anlık bir görüntüyü aktaran gözün değil, gözlemlemiş ve sorgulamış bir usun eseridir. Ruhuyla resim yapar. Geniş bir görüşün, sosyolojik bir kitabın manzarasıdır. Toplumsal çatışmaları, çelişkileri, uzlaşmaları yansıtır fakat resmi konuya da kurban etmez. O resmin iskeletini sağlam kurar çoğunlukla klasik perspektife de itibar etmez. Perspektifi İzleyiciye yön gösteren bir parmak gibi kullanır; Böylece izleyici klasik perspektifin tek odaklı bakışından kurtularak resmin içine girer.   Onun figürleri benzerlerine Magritte ve Dali’de rastladığımız  “çok anlamlılık”a da sahiptir. Örneğin hacimli olması gereken bir kadın bluzuna daha dikkatli baktığımızda, aynı zamanda döşeme çizgileri olarak da çizildiğini fark ederiz. Saygı duyulacak bir sabır ve disiplin içinde yaptığı bu çalışmaların sebebi büyük bir ressam olma hırsı değildir. Kanımca tüm bunların altında yatan sebep ondaki derin resim sevgisi ve ustalara duyduğu saygı ve hayranlıktır

Bülent Aytaç
Aralık-2007 Ankara


  • Current
  • Works
  • Bio
  • Text
  • News
  • Contact